Aslında ben de zaten sınırlı olan köşelerimde değişik şeyler yazmak istiyorum.
Örneğin bugün, tam 400'üncü kez Beyoğlu'nda toplanıp kayıp çocuklarına ağıt yakan anneleri ya da cuma günü kutlanan 'öğretmenler günü'nde yine beliren, öğretmenlerimizin en zor koşullarda, hatta 'özürlü' hallerinde bile süregelen çabalarını anmak isterdim. Ya da 'Ceyar'ın ölümü' üzerine eski dizilerle karışık anılar nakletmek de hoş olurdu.
Ama belli bir konuya böylesine angaje olunca, onu sürdürme gereği doğuyor. Ve sanırım okurlar da bizden bunu bekliyor. Öyleyse, bir kez daha İstanbul!...
İstanbul üzerindeki girişimlerde öyle çok olay üst üste geldi ve tepkiler öylesine çığ gibi yükseldi ki... Kendi adıma, bu kadarını ummaz ve şehircilik konularına böyle bir toplu ilgiyi hayal edemezdim. Öyleyse, biraz 'determinist' davranıp tüm bunlarda hayır aramak yanlış olmaz sanırım. Öyle ya, Çamlıca camisi, Taksim veya aniden ortaya çıkan Göztepe parkına cami konularında basın/ medya öylesine birleşti ki... Siz, yalnızca son günlerde Yeni Şafak'tan (Dücane Cündioğlu) Birgün'e (Kadir Cangızbay), Radikal'den (Eyüp Can, Oral Çalışlar, Korhan Gümüş) Hürriyet'e (Taha Akyol, Cengiz Semercioğlu), Milliyet'ten (Kadri Gürsel, Mehmet Tez) Taraf'a (Rengin Soysal) birçok gazetenin bu eleştirilerde birleşmesini, SABAH'ta Hıncal Uluç, Sevilay Yükselir, dünkü karikatürüyle Salih Memecan Çamlıca'ya karşı çıkarken, Emre Aköz'ün "Ömründe Göztepe'den geçmemiş, o çevredeki toplumsal hayatı bilmeyen birtakım insanların kararıyla şahane Göztepe parkının bir kısmının yenmesine karar verildi" diye yazmasını bekler miydiniz?
Hep söyledim, söylemeye devam edeceğim.
İşte gerçek aydınlar birleşmesi budur.
İster çevre bilinci deyin, ister İstanbul sevgisi.
İsterseniz insanın yaşadığı ortamı koruma içgüdüsü. Ama böylesi konularda sağsol farklarını, ideolojik kamplaşmaları aşıp böyle davranabilirsek, İstanbul'dan Türkiye'ye, insan haklarından demokrasiye çok şeyi çözümleyebiliriz.
Daha da önemlisi, tüm bu ünlü adlara katılan genç 'magazin yazarları'. Beni asıl onlar şaşırttı. Hürriyet'de Melike Karakartal'ın Yeşil Kültürü, Deniz Kültürü yazısına bayılmakla kalmadım, o yazıyı kıskandım!..
Vatan'da çıkan Mutlu Tönbekici ve Müge İplikçi yazılarını da... Bizler artık yaşlanıp yoruluyoruz. Bu genç kalemlerin, üstelik gençlerin okuduğu yazarların da 'kim kiminle' muhabbetine ara verip bu konulara kafa yormaları ve içtenlikle yazmaları çok önemli diye düşünüyorum.
Tam bu sırada kentimizi ziyarete gelip korumacılık konularında kaygılarını belirten UNESCO ekibini de hesaba katarak, gelinen son durumu özetlemek istiyorum.
İstanbul artık karakuşi, tepeden inme emir ve projelerle yönetilecek bir kent değildir.
Kamuoyunun dikkati bu müze- kent üzerine yoğunlaşmıştır Elbette yöneticiler sonunda istediklerini yapıp en tartışılan projeleri bile gerçekleştirebilir. Ama bunların geri dönüşü olumsuz olacak ve uzun vadede yöneticilere çok şey kaybettirebilecektir.
İstanbul elbette bizimdir, ama ayni ölçüde artık bir dünya kentidir. Ve dünyanın gözü üzerimizdedir. Bize değerli maddi katkılar sunan UNESCO vb. kuruluşlardan, gelip geçen turistlere dek.. Bu olayı lehimize kullanıp o yönde planlar yapmak ve bunları uluslararası görkemli yarışmalarla ortaya çıkacak projelerle gerçekleştirmek, çok daha akıllıca olmaz mı? Ve turistik tanıtımımıza büyük katkıda bulunmaz mı?