Yaşlanmanın getirdiği özelliklerden bir de şu: üşengeç oluyorsunuz. Tembel demiyorum: kendi adıma, hâlâ deliler gibi çalışıyorum. Ama "deplasman" konusunda takıntılıyım: bir yolculuğa çıkmak, hatta geceleri bir yere gitmek eskisi kadar cazip gelmiyor. Giderek küçük panikler yaşıyorum. Ama yolculuk başlayıp uçağa yerleşince, birden keyifleniyorum. Bir konsere, kulübe veya tiyatroya gelince de "iyi ki geldik" deyip geceyi yaşamaya başlıyorum.
Stevie Wonder konusunda da öyle oldu. Eski lunaparkın tümünü ve Maçka yeşilinin bir kısmını yuttuğu için zaten ilke olarak sevmediğim Küçükçiftlik konser alanına gitmeli miydim, o kalabalığı çekebilir miydim? Üstelik ilke olarak ayakta kalınacaktı. Becerebilir miydim?
İyi ki gitmişim. Bir kez, "özel platform"da çok sınırlı da olsa en azından zaman zaman oturma imkânı vardı. Ayrıca elbette Stevie Wonder büyüktü ve benzersizdi. Benim gibi, yaşı ve şansı sayesinde geçen yüzyılın Louis Armstrong'dan Ella Fitzgerald'a, Ray Charles'dan Tony Bennett'e, The Platters'den Paul Anka'ya, Liza Minnelli'den Diana Krall'a, Tom Jones'dan Engelbert Humperdinck'e, Charles Aznavour'dan Gilbert Becaud'ya, Georges Moustaki'den Adamo'ya, Sting'den Brian Adams'a, Chris de Burgh'dan Shirley Bassey'e, Michael Jackson'dan Madonna'ya en ünlü isimlerini sahnede izlemiş biri için, ardakalan bir avuç isimden biri olan Stevie kaçırılır mıydı?
O gece, 62 yaşına rağmen ne sesinden, ne de enerjisinden hiçbir şey yitirmemiş bir büyük sanatçıyı izledik. Ve ayrıca bir metropolde yaşamanın eşsiz zevkini bir kez daha hissettik. Mükemmel bir ses düzenine sahip mekânıyla, ev sahipleri Garanti Bankası ve İKMSV'nin konukseverliğiyle, merkezi bir konser alanının büyük rahatlığıyla..
Aslında konserin kendisi o kadar parlak değildi. Merhaba, Sizi Seviyorum, Güzel İstanbul fasılları sempatik olsa bile Wonder'in sürekli kalabalığa şarkı söyletme çabaları, patetik olma sınırına varıyordu. İlk başlarda (bir saate yakın!) ünlü parçalarından uzak durması ise şaşırtıcıydı. Kim ne derse desin, bir sanatçının "hit" parçaları zaman içinde çok sınavdan geçmiş, pop müziğin klasikleri olmuş, hemen herkesin anılarına eşlik etmiş parçalardır. Onların gelmesi çok gecikti. Kendi adıma, ancak kızı Aisha Wonder'ın o unutulmaz Roberta Flack şarkısı The First Time Ever I Saw Your Face'i söylemesiyle "mood"a girmeye başladım. Ardından Fools Rush In, You Are The Sunshine of My Life, My Cherie Amor, on bin kişinin birlikte söylediği Lennon klasiği Imagine de geldi. Ve de, Allah'tan, I Just Call to Say I Love You.
Ama örneğin Yester Me Yester You Yesterday veya Ebony and Ivory gözükmedi. Never Dreamed You'd Leave in Summer, My Love, Part Time Lover veya Pastime Paradise da... Ve bu tam bir düşkırıklığı yaşattı. Ama yine de çok hoş bir geceydi. Wonder son derece formdaydı, bir düzineyi bulan orkestra sanatçıları harikaydı. (Görebildiğim kadarı hepsi de zenciydi: onlarda da bir karşı-ırkçılık var galiba!). Ve seyirci her şeye sonuna dek katıldı. Anılarımıza yerleşen bir sanat gecesi daha...