Görmüş-geçirmiş kilisenin kapanma zamanı gelmiştir: Kimbilir hangi rant projesi için... Ömrünü orada geçirmiş yaşlı rahip için bu tam bir yıkımdır. İsa'ya dua ederek yeni hayatı için bir ışık aramaya başlar. Tam o sırada, boşaltılmış ve başta dev İsa heykeli tüm eşyası depoya konmuş yapı işgale uğrar: İtalya'ya gizlice girmiş, ücra bir Afrika ülkesinden gelen ve içlerinde yaralı bir adamla yeni doğmuş bir bebek de bulunan işsiz ve umutsuz bir kalabalığın işgali. Peşlerinde polis olduğu halde...
Yaşlı adam tam bir şaşkınlığa düşer. Boş, eşyasız ve müminsiz kiliseyi mi savunmak? Yoksa başka bir din, dil ve kültürden gelen bu insanlar için orayı sığınak mı yapmak? İçine kondurulan gecekonduya da göz yumarak? Ve elbette ikinci yolu seçer. Polisin karşısına en sert biçimde çıkmayı göze alarak... Hangi ırktan ve inançtan olursa olsun, öncelikle insanları gözetmek her dinin emri değil midir?
Çok az kişiyle birlikte, festivalde gösterilen Ermanno Olmi filmi Kilisedeki Gecekondu'yu izlerken, bugün 82 yaşında olan ustanın nasıl böylesine çağdaş düşünebildiğine şaştım. Belki çok iyi bir film değildi bu (oldukça tiyatro kokuyordu). Ama mesajı ne kadar güncel ve de ne denli yaşamsaldı!.. Son haftada, eski Doğu Almanya'dan gelen görkemli bir trajedi olan Alman filmi Barbara, yine isyancı bir mesaj veren ve yine yaşlı bir ustadan, 64 yaşındaki Fransız Tony Gatlif'den gelen Öfkeliler, yine Fransız yönetmeni Cedric Kahn'ın ekonomik soslu çağdaş dramı Daha İyi Bir Hayat ya da çok sempatik Flaman traji-komedisi Olduğun Gibi Gel'i izlerken de çok mutlu oldum. Yalnız Gezegen, Oslo 31 Ağustos veya Bok Çukurundaki Kadın gibi görece veya Bonzai gibi kesin hayal kırıklıklarını unutacak kadar...
Ama yaşam devam ediyordu. Böylece arada sevgili Selim İleri'yi Aydın Doğan Ödülü'nü aldığı kokteyle gidip kutlayabildim. Selim, tüm ödülleri hak eden gerçek bir sanatçı, muhteşem bir insan. Onu içtenlikle kutlarım. Aynı toplantıda sevgili Ahmet Ümit'i de yeni kitabı için kutladım. Ünlüler demişken, festivalin Beyoğlu Zarifi'deki geleneksel akşam yemeğinde gördüğüm Murathan Mungan da, ulusal jüri başkanlığından dolayı çok heyecanlıydı. Özellikle Kürt sorununu deşen filmlerin çokluğundan söz etti ve jüri olarak büyük sorumluluk taşıdıklarını söyledi. Seçimlerini bugün okuyacaksınız.
Ve elbette Emek. Hep ve sürekli Emek. Bugün 16.30'da Taksim anıtından başlayıp Emek önünde bitecek yürüyüşe katılın. Ben de gelmeye çalışacağım. Bu arada, Kültür Bakanı'nın Kamer İnşaat'a özellikle sinema yazarlarını ikna için bir toplantı önermesi son derece demokratik bir tavırdır, kimse şikayet etmesin. Ama görülmüştür ki, böylesine bir 'ikna' mümkün değildir ve olmayacaktır. Demek ki, aynı demokratik tavır bu projeden vazgeçilip salonun olduğu gibi korunmasını emreder. Bu açık değil mi?
Emek demişken, benim bu konuda aldığım tavır için geçen Pazartesi Hürriyet'de Fatih Çekirge'nin yazdığı övücü sözlerden büyük kıvanç ve onur duydum. Ona teşekkür ediyorum.
Bir not daha: Dün çıkan Yeraltı eleştirimde, filmin değerlendirmesi **** olacaktır.
Benim hatamdı, düzeltirim.