Tatil benim için hep gönlümce kitap okumakla da eşanlamlı olmuştur. Bu yaz da üstüste yığılan kitaplara adeta saldırdım. Ahmet Ümit, Selim İleri, Paul Auster gibi sevdiğim yazarların son eserlerine dalarak...... Ahmet Ümit'i ilk kitabı Sis ve Gece'den beri modern polisiye yazınımızın yeni ustası sayarım. Çok tipik psikolojik polisiye özelliği taşıyan bu romandan sonra, işin içine biraz da 'malumatfuruşluk" katıldı: her kitabında entrikasını, geçmişten bir dönemin kendine özgü koşullarına yerleştirmesiyle... Ki bunlar Mevlana dönemi Konya'sından Hititler dönemine, çağımıza uzak, ama coğrafya olarak bu topraklarda geçen maceralar oldu. Ve Ümit herbiri için derlediği zengin bilgilerle, sanki biraz da Dan Brown'un yolundan gitmeye başladı. Ama, yeri gelmişken, onu edebi değer açısından Brown'dan çok daha yükseklere koyduğumu da belirtmeliyim Liste başı olan son kitabı İstanbul Hatırası'nda Ümit bize görkemli bir İstanbul 'puzzle'ı sunuyor. Üstüste işlenen tam yedi cinayetin, köklerini kentin tarihine salmış gizemini çözme macerası, şaşırtıcı bir yap-boz gibi geliyor karşımıza... Ve bize kurucu kıral Bizas'dan günümüze uzanan bir bulmaca getiriyor. Kitap yer yer insanı irkiltiyor, hatta itiyor. Öncelikle, bu Türk usulü polisiyenin öyle çok katmanı var ki... Bir yandan görkemli bir tarih, öte yandan kentin günümüzde uğradığı yağma, bunlara eşlik eden çevreci bir söylem, entrikanın en gerilimli yerlerinde bir Ahmet Mithat Efendi tavrıyla araya girip bize bol bilgi sunan kahramanlar. Üstelik pek gerçekçi gözükmeyen kimi durumlar:
üstüste onca cinayet işlenirken, emniyet genel müdüründen bakana üst sorumluların adının bile geçmemesi veya ayrı bir koldan işlenen, başkomiser Nevzat'ın bir avuç kişisel dostunun olaylara karşı ilgisizliği gibi.. Ancak bunlar romanın ilerleyişi ve çözümün yaklaşmasıyla birlikte unutuluyor, ya da kitabın yapısı içinde yerlerini buluyorlar. Sonuç olarak, yazarın kitabını ustaca inşa ettiği ve polisiyenin hemen tüm gereklerini yerine getirdiği söylenebilir.
Elbette, tümüyle insan denen muammayı çözümlemeye yönelik, onun karanlık ruhuna ışık tutan ve bunu yaparken, bizlere hayat denen maceranın derinliklerinden olabildiğince karamsar görüntüler sunan klasik anglo-sakson (İngiliz ve Amerikan) polisiyeye kıyasla, Ahmet Ümit romanları, özellikle de İstanbul Hatırası, biraz "alaturka" gözükebilir: gevezeliğiyle, mizah anlayışıyla, rakı sofrası muhabbetiyle, yer yer naif romantizmiyle... Ve de, tekrarlayalım, İstanbul denen kenti adeta entrikanın göbeğine yerleştirmesiyle... Ama, geçmişte de Notre Dame'in Kamburu'ndan Londra Kulesi'ne, Venedik'te Ölüm'den Üçüncü Adam'a birçok ünlü romanın Paris, Londra, Venedik veya Viyana'yı eşsiz birer dekor olarak kullanmaları gibi, İstanbul da kendine özgü bir polisiye roman tarzını ve uslubunu hak etmiyor mu? Ümit belki bu romanla bunu yapıyor ve de başarısı, belki bizden çok yabancılar tarafından tescil edilecek. Öyle olursa, hiç şaşmam!...