Turfan'da "altın madeni" var, "kömür" var.
"600 çeşit üzüm" var.
Sokakta biri Türk olduğumuzu anlayınca cebimize bir avuç "çekirdeksiz, yeşil kuru üzüm" koydu.
Kuru üzümün "yeşil olanı" var mı derseniz, evet Turfan'da var.
***
Turfanlılar "Emin Hoca Camii'ni görmelisiniz" diye ısrar ettiler.
"Camiyi ve heykelini" ziyaret ettik.
Heykel "taştan" ama...
Cami "topraktan."
1777'de yapılmış "kerpiç cami" sapasağlam.
Emin Hoca "ülkesinin birliği için çalışmış bir din ve devlet adamı."
***
Kentin ortasında "gezinti alanları" var.
"Trafiğe kapalı" yollar.
3 kilometrelik bir yürüyüş yoluna girdik.
"Tek kişi" yok.
Yolun sağı, solu, üstü "asma bahçesi."
Turfanlılar bu yolda "geceleri" yürüyorlar.
Zira gündüz hava öylesine sıcak ki, "yola yumurta koyun, pişsin."
***
Eşeğin çektiği at arabalarının, bisikletli kadınların, karpuz satanların arasından geçtik ve "açık bir pazar" bulabildik.
"Hatıra eşyası" almak için.
Pazarın üstü örtülüydü ama sıcak yine korkunçtu.
Pazara adımımızı atar atmaz...
Yaşlı bir kadın "avucumuza kuru üzüm dolduruverdi."
Sonra sakallı bir ihtiyar "ceviz" uzattı.
Bir başkası boynumuza sarıldı:
- Nasılsıız, yahşi misiiz?.. Demek Türk'süüz... Hoş gelmişsiz.
***
Türkiye'ye 10 bin kilometreden daha uzaklardayız.
Ne Türkiye'den oraya giden var, ne oradan Türkiye'ye gelen.
Ama "dil" aynı dil.
"Evler" aynı evler.
Kılık, kıyafet "yine bizim Anadolu."
***
Biz Turfan'a "binbir güçlükle" gidebildik.
Saatlerce uçak, saatlerce kara yolculuğuyla.
Sahi "atalarımız" deve sırtında bu çölleri nasıl aşmış, Anadolu'ya nasıl ulaşmış?