Başbakan çok geziyor... Dünyada, ayak basmadığı yer kalmayacak... Yakında "şu tür espriler" yapılmaya başlanır:
"Tayyip beyin Türkiye'yi ziyareti ne kadar sürecek?"
Dünyayı dolaşan Başbakan "Hakkari'ye uğrayacak vakit bulamıyor." "Şu gergin ortamda" Hakkari'ye gitmesi doğru olmayabilir.
Ama "geride kalan 3 yıl içinde" bir kez olsun gidemez miydi? Özellikle de "Hakkari depreminin" ardından.
***
Başbakan birtakım iç politika sorunlarını Avrupalılar'a çözdürmek istiyor gibi.
"İç politika üzerinden, dış politika" yapılıyor.
Bu durumda "iç politikada da ayar tutmuyor." "Dış politikada da."
Ve sık sık "ben öyle demek istemedim... Medya yanlış anladı... Söylemler çarpıtıldı" gibi açıklamalar gündeme geliyor.
***
"Dışarısı üzerinden" mevcut ve olası iç sorunlar aşılabilir mi?
Bir örnek verelim.
***
Türban konusu "Avrupa üzerinden sonuçlandırılmak" istendi.
Zira düşünüldü ki:
"Avrupa bu konuya sıcak bakar... Türbana yeşil ışık yakar."
Onun için AK Parti'nin yöneticileri ve yandaşları Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ni övdüler.
Yücelttiler.
Bu konuda yazılar yazıldı, TV programları yapıldı.
"Avrupa mahkemesi kararının bağlayıcılığı" vurgulandı.
***
Birkaç ay önce Avrupa mahkemesi "ilk kararı" verince...
"Kazın ayağının öyle olmadığı" anlaşılınca...
"Bizimkilerin beklentisi" karşılanmayınca...
Başbakan "sustu." "Avrupa mahkemesi bu konuda yetkisiz falan da demedi.
***
Ancak "birinci karardan sonra" AK Parti'nin ideologları "farklı bir tez" ileri sürdüler.
"Bu konuda mahkemeye başvurmak bile hatadır" dediler.
Olayın "inanç meselesi olduğunu" vurguladılar.
Konu inanç olunca da...
Kararı "mahkemenin değil, ulemanın vermesi gerektiğini" söylediler.
Bu ideologlar içinde, konunun üzerinde en çok duran isim sanırız Ali Bulaç'tı.
***
AK Parti'nin "üst takımı" bu süreçte beklemedeydi.
Beklenen Avrupa mahkemesinin "son kararıydı."
Sanılıyordu ki son karar "bu iş mahkemenin işi değil" şeklinde olacak.
Ama Avrupa mahkemesi "türbana geçit vermeyince..."
Başbakan kızdı.
"Mahkemenin değil, ulemanın dediği olur" tezini gündeme taşımak istedi.
Yani "AK Parti ideologlarının... Ali Bulaç'ın" aylar önceki tezini.
***
Bir gün "sorunları Avrupa üzerinden çözmeye çalışmak..."
Bir başka gün "Avrupa mahkemesini" reddetmek...
Buna "çelişki" mi demeli, yoksa "takiye" mi?
***
Kıbrıs Rum kesiminden biri "Avrupa mahkemesine" gitmişti de...
Avrupa mahkemesi, Türkiye'yi "tazminat ödemeye" mahkûm etmişti.
Eğer Avrupa mahkemesinin kararı bağlayıcı değil idiyse "biz o tazminatı neden ödedik?"
Üstelik o zaman "KKTC bağımsız bir devlet... Bu işin Türkiye ile ilgisi yok" diyebilirdik, onu bile demedik.
"Avrupa'yı hoş tutmak" istedik.
***
Manzara şu:
Tutarsızlık... Dağınıklık... Ve gerilen sinirler.