Sahibi Türk olan "Alman Meslek Lisesi"ni gezerken, "kapısı kilitli bir bölüm" gördük. Burası "VİP" salonu. "Önemli günlerde" açılıyor. "Önemli insanlar" ağırlanıyor. "Lions toplantıları" yapılıyor. Nihat Sorgeç hemen kapıyı açtırdı. Duvarlar "kırmızı." Ve duvarlarda "Antakya müzesinden" resimler asılı. - Nihat bey... Her şey tamam da... Duvarın rengi. Nihat Sorgeç "anlatayım" dedi. Anlatırken yüzü "renkten, renge" girdi. "Gözleri bir yerlere gitti, geldi." Bazen "sakinleşiyor", bazen de "içinde esen fırtınalar" ses tonuna yansıyordu. - Anlatayım... İskenderun ile Antakya arasındaki topraklar, çok verimli topraklardır... Bu toprağın rengi kırmızıdır... Türkiye'ye gidince elime bir kürek aldım... Kırmızı toprağı torbalara doldurdum... Berlin'e taşıdım... Okulda toprağı suyla karıştırdım... Ve fırçayı, kırmızı suya batırıp, duvarlara sürdüm... İşte bu duvarlar, vatanımın toprağı ile boyalı... Bu salona girence vatan toprağının kokusu burnuma geliyor. Nihat Sorgeç "zengin olmuş." Almanya'ya "uyum sağlamış." Ama "doğduğu topraktan da" hiç ama hiç kopmamış. - Sahi, nasıl buldunuz duvarları? "Duvar Antakya kokuyor... Duvar vatan kokuyor" diyebildik. İkimizin de gözleri yaşarmıştı.