Mustafa Aydın... 35 yıllık hakim... Yargıtay Altıncı Ceza Dairesi Başkanı... "Son olaylar... Yasaklar... Korku... Panik" üzerine sohbet ediyorduk. "Bir zamanlar" diye konuya girdi: - 1960'lı yıllardı... Başbakan İsmet İnönü'nün aracına kurşun sıkılmıştı. Mustafa bey devam etti: - 1970'li yıllardı... Biri, Başbakanlığa kadar girip, Başbakan Demirel'e yumruk atmıştı. Ve "noktayı" şöyle koydu: - Bu iki olaydan sonra da, Başbakanlığın önündeki cadde araç ve yaya trafiğine kapanmadı.
***
Bülent Ecevit Başbakan'ken... "Dara düşen bir esnaf" Başbakanlık önünde yazar kasa fırlattı. Ve hemen "yasaklar" geldi. "Başbakanlığın önündeki yol" kapatıldı. Yolun girişine, çıkışına "polis kulübeleri" kuruldu. Yargıtay üyeleri bile "ancak özel bir kartla" bu caddeye girip, göreve gelebileceklerdi. Mustafa Aydın, Yargıtay Başkanlığı'na bir yazı yazdı: - Sömürge ülkelerinde rastlanabilecek böyle bir uygulamayı, yüksek yargıç kimliğimle bağdaştıramıyorum... Ve caddenin, trafiğe kapatılmasını kınıyorum. Mustafa Aydın, Yargıtay'a "garaj kapısından... Ziyaretçi kapısından" gelip, gitmeye başladı. Pek çok Yargıtay üyesi de "Mustafa Aydın'ın protestosuna" destek verdiler.
***
"Son olayları... Ve yasakları" konuşurken, Mustafa Aydın işte bunları anlattı. - Marifet yasak koymak değildir... Önlem almaktır. Yasakla, hiçbir sorun çözülmez.
***
1951'de, Ermenek'te Özel İdare'nin bir memuru hastalanır. İlçe Hükümet Tabibi tedavi eder. Ama hasta kurtarılamaz. Ölenin ailesi, doktoru suçlar. Otopsi yapılır. Doktorun kusurunun olmadığı anlaşılır. Daha sonra, ölen memurun karısı bir gün mezarı açar, ölünün ciğerlerini söker, sokakta herkese gösterip dolaşır.
***
Ölen adamın çocuğu küçüktür. Büyür, Hukuk Fakültesi'ne gider. Sonra "askeri hakim" olur. Ve 1971'de, Hakim Binbaşı iken "Ankara Tıp Fakültesi Profesörlerinden Hüseyin Gürsoy'un muayenehanesini basar: - Sen 1951'de Ermenek Hükümet Tabibi iken, babamı öldürdün. Profesör, yaralanır. Hakim Binbaşı "tutuklanır." Sonra "akli dengesinin yerinde olmadığı" anlaşılır... Tedavi görür. Ve "cezai ehliyeti bulunmadığından" serbest bırakılır. "Askerlikle ilişiği" de kesilir.
***
"Aynı adam" 25 Mayıs 1985'te "Ankara- Kızılay'da, çifte tabanca ile gelip, geçene ateş eder." "Cezai ehliyeti olmadığından" yine serbest bırakılır.
***
Tarih 25 Mayıs 1995. Yine "aynı adam" bu defa "babamı doktor öldürdü... Yargı, doktoru cezalandırmadı" diye, Yargıtay'ın önünde pusu kurar. Bu sırada iki yüksek yargıç (Mustafa Aydın ile Zekai Turan) Yargıtay'a girmektedirler. Adam tabancasını çeker ve "tanımadığı iki yüksek yargıca" ateş etmeye başlar. Zekai Turan "karnından ve ayağından" yara alır. Mustafa Aydın "bacağından ve kasığından." Adam yaklaşır, yerde yatan Mustafa Aydın'ın kafasına silahı dayayıp, tetiğe basar... Ama kurşunu bitmiştir. Ve kaçar, gider. Sonra yakalanır. "Kasten adam öldürmeye teşebbüsten" yargılanır... Cezai ehliyeti olmadığı için "akıl hastanesine konulur."
***
Olayın "asıl can alıcı bölümünü" dün Mustafa Aydın'dan dinledik: - Biz iki yüksek hakim, yerde yatıyordu... Etraf silahlı polis dolu... Kamu görevlisi oldu... Başbakanlığın tam önü... Ama baktım, herkes kaçışıyor... Kan kaybından öleceğiz, yardıma gelen yok... Genç bir kız, kısa boylu, o koştu geldi, kravatımı çözdü, bacağıma bağladı, kan kaybını önlemek için... Tek cesaret sahibi oydu... Hastaneye ziyarete gelen Bakanlara da söyledim... Çok duyarsız bir toplum olduk... Hemen panikliyoruz... Korkuyor, siniyoruz. Mustafa Aydın'ın "yazılmamış anılarına" ekleyecek söz bulamıyoruz.