İfade ve medya özgürlüklerine sahip çıkmak, yaşanan ülkedeki demokrasinin düzeyi ile bağlantılı değil.
Demokrasi ne kadar "ileri" olursa olsun, sorunları tamamen ortadan kaldırmaya yetmiyor.
Kanada, özgürlükler ölçeğinde hemen her zaman ilk üç içinde yer alan, hemen hemen mükemmel sayılan bir özgürlükler diyarı. Kanadalılara sorduğunuzda, en çok gurur duydukları özellikleri arasında özgürlük ve hoşgörüyü sayarlar.
Aslında ifade, medya ve inanç özgürlüklerinin bu ülkede kâğıt üzerinde güvence altına alınması öyle ABD gibi yüzyıllar öncesine gitmiyor. Topu topu 30 yıllık bir geçmişi var.
Kanada Anayasası 17 Nisan 1982'de kabul edilirken, 2'nci maddede şu ifade yer almış: "Herkes düşünce, inanç, kanaat ve ifade özgürlüğüne sahiptir; bu, medya ve diğer iletişim mecralarındaki özgürlükleri de kapsar."
Tabii realite ile kâğıt üzerindeki metin her zaman uyuşmuyor. 30. yıldönümü vesilesiyle düzenlenen bir konferansta, Kanadalı gazeteci, akademisyen ve hukukçular, "gurur duyalım duymasına, ama hâlâ bu özgürlükleri kullanmak zor, pek çok şey yokuşa sürülüyor" sonucuna varmışlar.
Mesela, en problemli alanlardan biri, gazetecilerin kamuya açık davaları habere dönüştürmelerinin engellenmesi. Medya üzerinde hem yargılanan tarafların hem de yasaların caydırıcı baskısı söz konusuymuş.
Bir başka sorun, Türkiye'de de uygulamaya konduğu halde bir türlü sistematik olarak işletilemeyen Bilgi Edinme Yasası'nın, Kanada'da da bürokrasi tarafından "rutin" olarak bloke edilmesi.
Orada da iktidar bilgiye erişimi ya doğrudan engelleme ya da yokuşa sürme "pratiğine" başvuruyor. Eleştirel tutum takınan medya mensuplarına siyasiler mülakat veya bilgi vermemeyi tercih ediyorlar.
Konuya ayrıntılı bir yazıyla değinen Toronto Star gazetesi ombudsmanı Kathy English, konferansta gazetesinin genel yayın yönetmeni Michael Cooke'un şu yakınmasını da aktarmış:
"Siyasi ve hukuki elitler karşısında aşırı biçimde eğilip bükülüyoruz. Bu yüzden onların gizli kapaklı işlere fazla bulaşmasına da izin vermiş oluyoruz. Bize biri 'yayın yasağı' filan deyince hemen 'çok gizli' diye anlıyoruz. Bu alışkanlıktan bir türlü kurtulamıyoruz. Kısacası, anayasal hakkımıza atıfta bulunmaktan hep çekiniyoruz ve ona sahip çıkmıyoruz."
Bu tartışmadan bize çıkan en önemli ders şu: Anayasa denilen şey canlı bir organizma gibidir; ondaki hak ve özgürlüklere sahip çıkmak demek, organizmaya sürekli hayat öpücükleri kondurmakla eşanlamlı. Yani, mücadele sürekli olmak zorunda.