Normalleşme sürecindeki Türkiye'de geçmiş ve bugünle asli hesaplaşma alanı, yargı. Gün geçmiyor ki, bir kovuşturmayı öteki izlesin. Gece bir dava ile yatılırken, ertesi gün bir başkası ile uyanılsın.
Soruşturma, operasyon, dosya, gözaltı, tahliye, iddianame ve dava kalabalığına bakılınca her biri özel haber değeri taşıyan bu gelişmeleri izlemede habercilerin de köşe yazarlarının da yorulması anlaşılabilir. Medyadaki insan kaynağı belli. Hukuk alanının vasıflı haberci talebi de hesaba katılınca "acaba biz medya olarak halkımızın haber alma, öğrenme hakkının gereğini yeterince yerine getirebiliyor muyuz?" sorusu da ister istemez gündemdeki yerinde asılı kalmaya devam ediyor.
Şimdilerde her iddianame çarpıcı, her dava yoğun ve hassas. Normalleşme ve dönüşüm süreçleri aynı zamanda kutuplaşma demek. Kutuplaşma demek, medyanın seçiciliğe, ayıklamacılığa, karartmaya, çarpıtmaya, dezenformasyona ve manipülatif tavırlara karşı daha savunmasız, kırılgan hale gelmesi demek.
Geçen haftanın hukuk alanında iki önemli gelişmesinden biri, "Deniz Feneri" olarak bilinen davanın iddianamesinin hazırlanması ve mahkemeye sunulması olmuştu.
Gelişmenin haberi, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nın açıklamasına dayalı olarak, 9 Nisan'da SABAH'ın internet sayfasına konmuştu. Bu kısa haberde, 526 sayfalık iddianamede 20 şüpheliye "özel belgede sahtecilik", "hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanmak" gibi suçlamalar yöneltildiği kaydedilmekteydi. Haber, gazetede 10 Nisan tarihli sayıda, 26'ncı sayfada, alt köşede, "Deniz Feneri'nde örgüt ve Dolandırıcılık Yok" başlığı altında verildi.
Bu kısa metinde de benzer ayrıntılar tekrarlanıyor, ancak RTÜK eski başkanı Zahid Akman'ın da adı geçiyordu. Ayrıca, iddianamenin 92 sayfalık bir bölümünde, "suç işlemek için yeterli ve kesin delil bulunamadığı", dolayısıyla 'örgüt' ve 'dolandırıcılık' suçlarından takipsizlik kararı verildiği de belirtiliyordu.
Bazı okurlar, bu gelişmeyle ilgili haberlerde gazetenin gerekli duyarlılığı göstermediğini düşünmekte. İzmir'den arayan Sevil Birkan, şunu söyledi: 'Malum, bu davayla ilgili çok ciddi şüpheler var. Acaba epeyce paranın yok olduğu bir yolsuzluk dosyasında adalet yerini bulacak, kim hırsızlık yapıp saf insanları soyduysa hak ettikleri cezalara çarptırılacak mı? Ben maalesef iddianameyle ilgili olarak gazetemin biraz çekingen davrandığını sanıyorum.'
Ankara'dan Celal Karaelmas: 'Gazetede çıkan kısa haberlerden bile bir sürü soru işareti çıkıyor. Örgütten niye takipsizlik kararı verildi? Ben bunu merak ettim, ama ne bir ayrıntılı haber vardı, ne de gazetenin haktan hukuktan anlayan köşe yazarlarından bir tepki geldi. Bakın, bu ülkedeki en büyük dert yargımızın işlememesi. Ben o veya bu siyaset bilmem, haksızlık kokusu varsa, üzerine gidilmesini isterim. Bu dosya yeterince aydınlatılamadı.'
Okurlar şu açıdan haklı: Kendisiyle hesaplaşmakta olan Türkiye'de hem ideolojik hem de ekonomik yolsuzluklarla ilgili dava süreçlerini enine boyuna irdeleyen, sivilleşme adına sorgulayan SABAH'ın yargıya intikal etmiş hangi dosya olursa olsun -ister Balyoz, ister şike, ister Deniz Feneri- okurun aklına gelen soruların yanıtlarını onun adına araması; her karanlık, tartışmalı noktaya ışık tutması bekleniyor. İddianameler haklı olarak didik didik edildiyse, hiçbir ayrım gözetmeden, halka bilmesi gereken herşey anlatılmalı, analiz edilmeli. Bu açıdan bakıldığında, temiz toplum talepleri dikkate alındığında, kamu vicdanını rahatsız eden davalardan biri olan Deniz Feneri'ne (henüz) gerekli ilginin gösterilmediğini belirtmek gerekir.