Yalanlama metninin "rutin" havada olmasını bir yana bırakıp bakıldığı vakit, "mesajlar" demetinin, Başbakan liderliğinde 9 ve 14 Ekim'de düzenlenen terörle mücadele zirvesinden gelen haberlerdeki unsurlarla büyük ölçüde örtüştüğü görülüyor. İmam sayısı ve Kürtçe yayın dışındaki veriler yeni değil.
Dolayısıyla, tam tespit zor, ama haber içeriğinin "manipülasyon" içerdiğiyle ilgili resmi metne katılmak güç görünüyor. Kaldı ki, işbirliği zemininin iyice büyüdüğü bu dönemde hükümet-TSK ilişkileri açısından bu haberde bariz bir "manipülasyon" unsuru yok.
Hürriyet ve Milliyet'in vurguyu "kim sızdırıyor?" üzerine yapması, SABAH'ı "iktidar yandaşı" göstermeye çabalaması ise, meslek açısından başlı başına utanç verici. SABAH, sadece halk içinde değil, İstanbul ve Ankara'daki "karar vericiler" (iş alemi, bürokrasi, siyaset) nezdinde güvenilirliğini koruyan bir kitle gazetesi. Aksi olsaydı, somut veriler bunu gösterirdi zaten.
"Kim sızdırıyor?" ayıbına karşı, bazı gazetelere, okurların artık bildiği şu gerçeği hatırlatalım: Gazeteci, açık veya sızdırma, haber peşinde koşar.
Sızmaları önlemek, kurumların işidir.
Kim sızdırırsa sızdırır, önemli olan sızan bilginin doğru olup olmadığı, doğrulara yakınlığının kamu çıkarı adına tespiti ve doğru inancıyla okura sunulmasıdır.
Kriter, doğruluk ve kamu çıkarıdır.
O yüzden bu saçma sapan ve kötü niyetli "kim sızdırıyor?" tartışmalarına hiç aldırmayın.
Ama esas olarak şu soruyu önemseyin:
Türkiye neden bir "yalanlama panayırı" halinde?
Cevabı sizi basın-iktidar, basın-kurumlar, basın-iş alemi gibi alanlarda yaşanan köklü sıkıntılara götürecek.
Bütün bu "yalanlama rüzgârı" Türkiye'deki şeffaflaşma ihtiyacının ciddiye alınmamasından, gizli-kapaklı işler geleneğinden güç alıyor. Evet, yalanlama dalgası bazen kötü gazetecilik yüzünden; ama çok daha büyük kısmı, halka "kapalı" olmanın marifet sayılmasından.
Ne olurdu, Genelkurmay Başkanı'nın bizzat katılımı açısından bir "ilk" olan terör brifingi ardından, ulusal güvenlik sırrı sayılanlar dışında, hükümetten ayrıntılı bir açıklama yapılsaydı?
Halkın ülke istikrarı açısından birinci derecede önemli toplantının içeriğini hiç mi bilme hakkı yok?
Türkiye demokrasi ise, elbette var.
O halde, haber kovalayan gazeteciyi karalama, haber basan editörü suçlama hakkı nereden çıkıyor?
Bırakın herkes işini yapsın.
Ama iyi yapsın.