Dokuz yıldır "ombudsman"lık (okur temsilciliği) ile uğraşıyorum.
Umur Talu'nun girişimiyle Milliyet'te başlattığımız, sonra SABAH'ta devam eden bu işin başlıca amaçlarından biri, gazetecinin mesleki kaygılardan uzaklaşmasını durdurmak; okurla vicdani, ahlaki, akılcı pusula ışığında hazırlanmış gazetecilikte buluşmak için katkı sağlamaktı.
Küçük, sadece bir gazeteyle sınırlı, ama önemli bir katkı.
Yıllar boyunca kendimce, bildiğim, bana öğretilen doğru gazetecilik adına, okur adına bir düzeltme mücadelesi verdim.
İyi gazetecilik yapınca sevindim, kötü gazetecilik görünce üzüldüm, dövündüm.
Dünya Ombudsmanlar Örgütü başkanlığı yaparken, basınımızın iyiye gittiği, kötü alışkanlıklarını terk ettiği mesajını vermeye özen gösterdim.
Oynak sektörümüzde hep bir umut ışığı buldum.
Ama bu ışık artık sönmek üzere, benim için.
Gazetecilik adına hiçbir zaman bu kadar umutsuz olduğumu hatırlamıyorum.
Ülkede demokrasi ölüm kalım mücadelesi verirken, bizde tam bir kördövüşü yaşanıyor. Demokrasi adına gazeteciliği yaşatmaya çalışanlar ateş altında.
Öte yanda, gazetecilik adı altında akıl almaz şeyler yaşanıyor.
Okurların, izleyicilerin zekâsına hakaret ediliyor.
Bir gazete, teröristler tarafından kendi binasına atılan bombaların kaynağını merak bile etmiyor. Kendi avukatlarının başvurusu üzerine yapılan resmi açıklamalarda dahi "haber değeri" görmüyor, bu haberleri nasıl "saklayacağını" bilemiyor.
Bir başka gazete, habercilik yapan, yorum yazan gazetecileri açıkça hedef gösteriyor, birikisi dışında hiçbir gazeteden ses çıkmıyor. Meslek onuruna, düşünce özgürlüğüne açıkça meydan okumaya devam eden bu gazete, ülkenin en büyük gazetecilik örgütünün açıklamasını, o örgüt yöneticilerinden birinin "biz size karşı yazmadık o kınamayı" şeklindeki demecini yayınlıyor!
Gözaltına alınış biçimi hemen her meslek örgütü tarafından kınanan, meslek hanesinde "gazeteci" yazan bir başyazar, yurtdışına çıkış yasağı kaydıyla serbest kalışı ardından, halen "zanlı" olduğu soruşturmanın savcısını kendi köşesinde tehdit ediyor, "soruşturmayı büyütme!" diye akıl vermeye kadar işi vardırıyor. Çevredeki hiçbir meslektaşımızdan "bu açıkça yargı sürecine müdahaledir" uyarısı gelmiyor!
Türkiye Cumhuriyeti'nin bir savcısı tarafından yürütülen, son derece kritik bir terör örgütü soruşturması, parlamenter demokrasiye ve anayasaya karşı toplu bir kalkışma var mı yok mu cevabını bulmaya çalışırken, basınımızın önemli bir bölümü hiçbir merak göstermiyor, bir bölümü de bile bile görmezden geliyor!
Geldiği gibi, konuyu merak edip, "kamu yararı" ve "halkın bilgilendirilmesi" adına soruşturmayı haber yapanlar, "nasıl yaparsınız?" gibi ilkel suçlamalara maruz kalıyor.
Bunca yıl sonra, böyle bir noktaya geri dönüleceğini hiç beklemiyordum.
Ama maalesef durum bu.
"Kirli gazetecilik" ile "temiz gazetecilik" arasındaki bu büyük sıkışmada, maalesef en büyük zararı gazetecilik görüyor.
Bağımsız bir ombudsman olarak, bu gazeteye hep eleştirel gözle bakmaya özen gösterdim. Hatalarına odaklandım. Buna devam edeceğim.
Ancak bu noktada, bir hususu okurlarla paylaşmalıyım:
Ergenekon ve AKP'ye kapatma davası süreçlerinde yaşananlar, gösterilmeye çalışıldığı gibi, "AKP yanlıları" ile "karşıtları" arasında bir mücadele değildir. Bu bariz bir optik yanıltma, göz boyamadır.
Yaşanan, demokrasi yanlıları ile demokrasi düşmanları arasındaki kavgadır.
Pozisyonlar buna göre alınmıştır.
Bu gazetenin "demokrasi" konusunda "tavizsiz" ve "taraf" olduğu, özellikle son bir yıldır izlediği yayın politikasına bakılırsa, çok açık olarak görülebilir.
Unutmayın: Siyasetçiler, iktidarlar muhalefetler gelir gider.
Gazeteler ve gazeteciler, kendilerinin "olmazsa olmaz"ı olan demokrasiye olan bağlılıkları ile kalırlar. Tabii, tercihi doğru olanlar...