"Okuduklarından etkilendiğini söyledi.."
Bir emniyet yetkilisinin Hrant Dink'in katil zanlısı ile ilgili sözlerinin adresi, altta Umur'un "hele gazeteciyse.." uyarısının arka sokağıdır.
Okurlarımıza haber iletme görevini yerine getirirken belli ahlaki ilkelere uyum ve itaat sözü veren bizler, gazeteciler, bir meslektaşımızın menfur bir cinayete kurban gitmesinde sorumluluk payı taşıyor muyuz?
Pek çok dürüst meslektaşım gibi ben de "evet" diyorum bu soruya.
Beni arayan okurlara sabırla "biz hoşgörüyü bu topluma aşılayamadık, karşıt fikirlere barış içinde bir arada olma imkânını sağlayamadık" diye anlatıyorum.
İşte size, Türkiye'nin en büyük gazeteci örgütü olan Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'nin Hak ve Sorumluluklar Bildirgesi'nden birkaç madde:
- "Gazeteci; başta barış, demokrasi ve insan hakları olmak üzere, insanlığın evrensel değerlerini, çok sesliliği, farklılıklara saygıyı savunur. Milliyet, ırk, etnisite, cinsiyet, dil, din, sınıf ve felsefi inanç ayrımcılığı yapmadan tüm ulusların, tüm halkların ve tüm bireylerin haklarını ve saygınlığını tanır. İnsanlar, topluluklar ve uluslar arasında nefreti, düşmanlığı körükleyici yayından kaçınır. Bir ulusun, bir topluluğun ve bireylerin kültürel değerlerini ve inançlarını (veya inançsızlığını) doğrudan saldırı konusu yapamaz. Gazeteci; her türden şiddeti haklı gösterici, özendirici ve kışkırtan yayın yapamaz."
- "Gazeteci, çalıntı, iftira, hakaret, lekeleme, saptırma, manipülasyon, söylenti, dedikodu ve dayanaksız suçlamalardan kesinlikle uzak durur."
Bu ve diğer maddeler bizleri daha güzel, daha bilgili, daha sakin, daha anlayışlı, daha hoşgörülü, saygıya dayalı bir toplum oluşumuna katkıda bulunmak amacıyla oluşturulmuş ve binlerce gazetecinin imzasını almış bir "ahlak çağrısı" idi.
"İdi", diyorum. Zira, bu veya diğer "yayın ilkeleri"ne bağlılığın basınımızda ve medyamızda tam olarak uygulamaya konduğunu görmeden, ifade özgürlüğünün tam olarak sağlanıp gözetilmesi için koşulsuz bir mücadele verilmeden, aykırı sayılacak fikirlerin ifade edilmesinin bundan sonra daha da tehlikeli sonuçlar yaratacağına olan inancım artık kesinleşmiştir.
Şiddet yandaşlığı, nefret ve ırkçılık içermeyen her görüşü tartışmaya açması; görüşleri "kişiselleştirmemesi", derdini anlatmaya çalışanlar hakkında hangi ideoloji, inanç, cemaate ait olursa olsun"cadı kazanı" kaynatmaması gereken basınımız, en azından "merkez" basınımız, hoşgörülü bir toplumun yeşermesi için ilkeli ve özgürlükçü bir yayıncılık yapmazsa, okurlara bu en temel insani vasfın "olmazsa olmaz" olduğunu anlatmazsa, buna uygun davranmazsa, gerilen toplumsal doku orta veya uzun vadede basının niteliklerine, temel hak ve özgürlüklerine de olumsuz darbeler vuracaktır.
Özgür tartışma ortamına, yurttaşın can güvenliğine sahip çıkamaz; okurlara hoşuna gitmese de "fikre saygı"yı aşılayamazsak (bunda öncülük rolü bizde, yani Dördüncü Kuvvet'tedir), korkarım ki, şiddetten nefret eden, sözden başka araca rağbet etmeyen Hrant Dink gibi pek çok meslektaşı, aydını daha kaybederiz.
Bu toplumda farklı görüş ve inançlara sahip her kesimin en az bir "basın şehidi", "aydın kurbanı" var. Artık kimsenin olmaması için görev bizde, basında...
Acaba yapabilir miyiz?