Hepimiz dilimiz döndüğünce ve kalemimiz yettiğince hem Başbakan Erdoğan'a, hem de Gezi eylemcilerine akıl vermeye, nasihat etmeye çalışıyoruz.
Böyle durumları işleyen fıkralardan birini hatırladım.
Vatikan bir yamyam kabilesini Katolik yapsın diye görevlendirilen bir papazı Afrika'nın ücra bir köşesine göndermiş. Aradan geçen aylar boyunca bu papazdan bir haber gelmeyince, ne olduğunu anlamak için bir papaz daha gönderilmiş yamyam kabilesine...
Bu yeni papaz yamyam kabilesinin reisini bulmuş ve sormuş ona...
- Size geçen yıl bir papaz gelmişti, acaba nerede şimdi?
Yamyam kabilesinin şefi gülmüş.
- Bize o kadar çok vaaz verdi ki, sonunda sıkıldık ve yedik onu, demiş.
İnsanlardan bıktım
Tabii ki olaylara ilişkin olarak vaaz verenleri kimsenin yemesi söz konusu değil... Ama bu arada Türkiye'nin istikrarını ve itibarını medyatik sofralar kurup hep birlikte günde üç öğün yemekteyiz. Bu sofralara her gün Avrupa ve Amerikan medyasından da konuklar gelmekteler.
Bu gibi durumları da işleyen bir yamyam fıkrası vardır.
Bütün yaşamı boyunca insan eti yiyen bir yamyamı normal insanların gittiği bir lokantada gören arkadaşı şaşırmış, "Ne işin var burada" diye sormuş. Yamyam bu soruya "İnsanlardan bıktım artık" diye cevap vermiş. Şöyle bir hatırlayın yaşadığımız olayların zarar ziyan bilançosunu ve ülkeye olumsuz yansımalarını...
Sonuçta Türkiye'ye, kendi ülkemize, gelecek kuşaklara karşı hep birlikte "Ölçüsüz şiddet" uyguladığımızı görmez misiniz?
Bu "Ölçüsüz şiddet" kavramını da tarihten esinlenen bir fıkra ile işleyebiliriz.
Ölçüsüz şiddet durumları
Şiddet olaylarının geldiği bir köye yeniçerilerle baskın yapan Osmanlı paşası, kargaşa ortamında cinayet işleyenleri ve kadınlara tecavüz edenleri yakalatıp, köyün meydanında toplamış. Yeniçerilerin başındaki ağaya "Cinayet işleyenleri öldüreceksiniz, tecavüz edenlere de siz tecavüz edeceksiniz" diyerek, kısas hukuku gereğine uyarlı bir emir vermiş.
Yeniçeriler emrin gereğini infaz etmek üzere suçluları ormana götürürlerken bunlardan biri yanında yürüyen yeniçeriyi "Sakın karıştırma, bana tecavüz edeceksin" diye uyarıyormuş.
Olaylar nedeniyle gündemimizde bir de "Komplolar" var.
Mısır'daki Tahrir kalkışmasını yerinde izleyen bir yabancı meslektaşımla dün birlikteydim. Bu kalkışmanın provasının dört yıl önce başlatıldığını ve dünyanın diğer ülkelerindeki benzer kalkışmalarda sahnelenen senaryonun ortak öğelerini anlattı bana.
Siyasi duyma özürlüleriz
Bir tiyatro sanatçısı arkadaşımın geçen yıllarda yaşadıklarını hatırladım bu senaryoların sahnelenmesini dinlerken.
Bir komediyi sahneliyorlarmış. Ancak ön sıralarda oturan dinleyiciler bırakın gülmeyi, gülümsemiyorlarmış bile. Moralleri çok bozulmuş oyuncuların. Oyundan sonra öğrenmişler bu durumun nedenini. Meğer ilk üç sırada oturanlar, bir eğitim kurumu tarafından tiyatroya getirilen duyma özürlü gençlermiş.
Bizler de siyasi konumuza göre duymak istemediklerimiz seslendirilince bunları duymayan, siyasi duyma özürlüler toplumu değil miyiz? Franz Lehar'ın "Hayatta ne olursa olsun devamlı tebessüm etmek gerekir" şeklindeki Çin geleneğini işleyen "Tebessümler Diyarı" ( Das Land des Leachelns) operetini belki görmüşsünüzdür. Yaşasaydı ve Türk olsaydı herhalde "Acı Tebessümler Diyarı"nı da yapardı.