Papa'nın 12 suçlunun ayaklarını yıkadıktan sonra öpmesi, Hz. İsa'dan tevarüs edilen bir "Alçak gönüllülük" gösterisiymiş. Hıristiyanların peygamberi de, çarmıha gerilmeden önceki gece 12 havarisinin ayaklarını kendi elleriyle yıkamış.
Ne kadar farklı gelenekleri var insan topluluklarının.
Yıllar önce tanıdığım çok zengin ama damardan maganda ve evli bir işadamı ünlü bir kadın yıldızla birlikte olduğunu, her vesile ile anlatır ve övünürdü.
Bir gün bir toplulukta evlilik dışı ilişkisinin ayrıntılarını yine ballandıra ballandıra anlatıyordu.
Bir ara "O kadın bana o kadar hayran ki, her akşam ayaklarımı yıkıyor" demişti.
Bu kişi Papa Francis'in mahkûmların ayaklarını yıkadıktan sonra bir de öptüğünü okuyunca acaba ne düşünmüştür?
Aslında farklı kültürlerden ve inançlardan insanların birbirlerini anlamaları kolay değil.
Geçenlerde Prof. Ergun Özbudun'dan bu durumu çok güzel anlatan bir fıkra dinledim.
Palto tutmak meselesi
Belki bilirsiniz... İngiltere'de bir eve konuk olduğunuz zaman, ayrılırken ev sahibinin rahatça giymeniz için, paltonuzu tutması geleneksel davranıştır.
Bizde ise ancak sosyal statüsü veya serveti yüksek olanların paltoları tutulur. Paltoyu tutan paltoyu giyene göre daha düşük statüdedir.
Fıkrada bir İngiliz'in evine akşam yemeği davetlisi olan Türk gece ayrılırken, ev sahibi onun paltosunu tutmak ister. Türk bunu reddeder ama ev sahibi de konuğunun paltosunu tutmakta ısrarlıdır.
Sonunda bu durum çekişmeye dönüşür.
İngiliz paltoyu bırakmaz, Türk ise paltoyu onun elinden alıp kendi giymek için çabalar.
İş uzayınca İngiliz'in eşi kocasının kulağına "Fazla ısrar etme, belki Türklerin inançlarının bir gereğidir paltoyu kendi kendine giymek" der.
Farklılıkları bilmeliyiz...
Ömer Seyfettin'in "Gizli Mabet"inde de İstanbul'daki konağa konuk olan ecnebi, akşamları merdiven altındaki kilerdeki reçelleri sucukları kontrol eden yaşlı ev sahibesinin, bu gizli mabedi ibadet maksadıyla her akşam ziyaret ettiğini sanmaz mı?
Zor olsa bile bizden farklı geleneklere, inançlara, davranışlara sahip bireyleri de, toplumları da anlamaya çalışmalıyız. Daha ötesi bunlarla birlikte olmayı ve farklılıkları zenginlik olarak görmeyi de öğrenmeliyiz.
Uzak bir kasabaya giden kentlinin berberde yaşadıklarını belki duymuşsunuzdur.
Kentlinin sakalını tıraş edecek olan berber, tıraş fırçasına tükürdükten sonra fırçayı sabuna sürüp köpürtmeye başlar. Kentli şaşkın "Neden fırçaya tükürdün" diye sorar berbere.
- Siz bu kasabada yabancı olduğunuz için fırçaya tükürdüm. Aslında biz burada yerlilerin yüzüne tükürerek fırçayı köpürtürüz, diye cevap verir berber.
Kısacası burada ayak yıkamak, Vatikan'da ayak yıkamakla aynı anlama gelmiyor.