Babil'den bugüne aktarılan bir öğüt vardır.
Şöyle:
- Midenin üçte birini yemekle, üçte birini de içkiyle doldur. Sinirlendiğin zamanlarda nasıl olsa geride kalan üçte birini dolduracak kadar öfke üretirsin.
Bu öğüt binlerce yıl öncesinde yaşayan Babil insanına olduğu kadar bugünün insanlarına da yol gösterecek nitelikte değil mi?
Şu anda Türkiye'de yaşayan bizlerin de, midelerimizin üçte biri sürekli öfkeyle doldurulmakta...
Başbakan Erdoğan'a ya da bizden farklı düşünenlere veya yazanlara yönlendirdiğimiz öfkeler midelerimizin üçte birini doldurmaya yetmiyor ki, öfkelerimize başka hedefler de arıyoruz.
Mesela bugün acaba Sinan Çetin'e mi, Hülya Avşar'a mı, yoksa başka birine mi öfkelensek?
Sinan Çetin'in yakınmaları
Ne yapmış mesela Sinan Çetin?
Çanakkale Savaşı'nı konu alan bir film (Çanakkale Çocukları) yapmış ve bu savaş filminde barış özlemini seslendirmeyi amaçlamış.
A Haber'de arkadaşımız Şirin Sever'e konuk olan Sinan Çetin özetle şöyle dert yanıyordu:
"- Ben bu filmin sevgiyle karşılanacağını düşünürken insanların savaş çığırtkanlığı yapan filmleri daha çok istediğini fark edince mesleki olarak üzüldüm... Bir filme bu kadar ağır saldırının nedeni Çanakkale beklentisinin gerçekleşmemesi.
- Çanakkale adı altında bile düşmanla barışabiliyorsak bugün ülkemizdeki vatandaşlarımızla neden barışamıyoruz. Ben barış hikâyemi anlattım, takdir bekliyordum ama o desteği göremedim. Bundan sonra Paris Hilton'la komedi filmi çekeceğim"
Antalya'daki jüri başkanlığı dolayısıyla saçma sapan öfkelere işin başından hedef olan Hülya Avşar, ruh haletini ve "Güzelliğin On Par'Etmez" filminin seçimine ilişkin tutumunu da şöyle anlatmıştı dünkü Hürriyet'te Ertuğrul Özkök'e:
Hülya Avşar'ın yakınmaları
"- Baba Kürt ama çocuk kendini Türk hissediyor. Sokağın ortasında tişörtünü çıkarıp atıyor.
Göğsüne Türk bayrağını işletmiş. Babasına olan tepkisini de suratına karşı avazı çıktığı kadar yüksek sesle İstiklal Marşı'nı söyleyerek veriyor. O sahnede çok ağladım.
- Jüri başkanlığı meselesinde çok yoruldum. Çok zorlandım. Dudaklarımda uçuklar çıktı. Geceleri tavana bakarak düşündüm. Geçmişte bana çok haksızlık yapıldı. Başkalarının filmine de yapılsın istemedim. Çok inceledim. Bazı yazıları okuyorum. Herhalde filmi seyretmeden yazıyorlar diye düşünüyorum. Bu film sevgiyi ve barışı anlatıyor."
El bombası doğal afet mi?
Öfkelerin barışa, uzlaşmaya ağırlık verenleri de hedef alması ilginç değil mi?
Aslında bu "Öfke" denilen şey, galiba bunların sahiplerinin bir arayışına çözüm oluyor. Bacon'un aktardığına göre Kraliçe 1'inci Elizabeth "Öfke sıkıcı insanları zeki gösterir" demiş ya...
Oysa gerçekten öfkelenmemiz gereken durumlar da var.
Mesela Afyon'daki cephanelik patlamasında şehit olan 25 askerin ailelerine Kara Kuvvetleri Komutanlığı tarafından gönderilen yazıda personelin "Görev esnasında doğal afet nedeniyle şehit" olduğu duyurulmuş.
Deprem veya sel yanında el bombasının da doğal afetler sınıfına alınmasına gülmeli miyiz yoksa öfkelenmeli miyiz?