Birbirlerini susturmaya, aşağılamaya çalışan meslektaşlarımı izlerken, aynı duruma başka mesleklerde de rastlandığını tabii ki unutmuyorum.
Bu tür düşmanlıklar sanat dünyasında da fazlasıyla yok mu?
Neticede Salieri'nin Mozart'ı öldürme girişimine kadar dayanan nefretini Milos Forman'ın filminde de izlememiş miydik?
Geçenlerde TRT-Müzik kanalında Zeki Müren'in sanat yaşamını kendi sesinden anlattığı bir belgeselde, burun damlası tüpüne bilmediği bir kişinin kezzap koyduğunu anlatıyordu rahmetli sanatçı.
Ama istisnalar da var.
Bestekâr Şevki Bey'in (1860-91) ölümü ardından Recaizade Ekrem Bey'in onun için yazdığı ve Rahmi Bey'in de Bayati makamından bestelediği şarkı, sanatkârların birbirlerini sevebileceklerine de örnektir.
"Gül hazîn, sümbül perîşan, bâğ-ı zârın şevki yok,
Dertnâk olmuş hezârın nağmekârın şevki yok.
Başka bir hâletle çağlar cûy-i bârın şevki yok.
Ah eder inler nesîm-i bî-kararın şevki yok.
Geldi ammâ neyleyim sensiz baharın şevki yok."
Ahmet Rasim ile Tatyos
Siz hemen "Ama Şevki bey öldükten sonra akla geldi bu şiiri ve şarkıyı yapmak" diyebilirsiniz.
Bu görüş doğru da olabilir.
Çünkü insanlar öldükten sonra rakip olmak konumundan çıkarlar.
Bu nedenle "Siyasetçiler ölmeden önce devlet adamı olamazlar" denilmez mi?
Bütün bu genellemelerin ötesinde bugün hâlâ hatırlanan arkadaşlıklar ve dayanışmalar da vardır sanat dünyasında.
Örneğin bizim mesleğin büyük isimlerinden Ahmet Rasim Bey (1864-1932) ile bestekâr kemani Tatyos Ekserciyan (1858-1913) arasındaki arkadaşlık, şarkılara da yansımıştır.
Gece hayatına düşkün olan Ahmet Rasim Bey'e eşi eve çok geç döndüğünden ötürü çıkışıp, bu alışkanlığa son vermesini isteyince, Ahmet Rasim Bey de durumu şöyle şiirleştirmiştir.
"Bu akşam gün batarken gel,/ Sakın geç kalma erken gel./ Tahammül kalmadı artık,/ Aman geç kalma erken gel/ Cefâ etme bana mâh'ım,/ Sonra tutar seni âhım,/ Üzme beni şîvekârım,/ Aman geç kalma erken gel."
Bu şiiri de Ahmet Rasim'in yakın arkadaşı Tatyos, Uşşak makamından şarkılaştırmıştır.
Şevki Bey ile Ahmet Rasim
Diyorum ki...
Günümüzün gazetecileri birbirlerinin kuyusunu kazmaya çalıştıkları kadar, sanat dünyasının insanları ile de dostluklar kurup, bu dostlukları şiirlerle, bestelerle yarınlara aktarabilseler.
Benim bu konuda örnek aldığım meslek büyüklerimden biri Ahmet Rasim Bey'dir.
Arkasında yüzlerce çok değerli eser bırakarak 31 yaşında ölen Şevki Bey'in perişan yaşamını Ahmet Rasim'in şu yazısından öğrenmiştim:
"Bir Avrupa kumpanyasının oynadığı Carmen operasından çıktıktan sonra, sarındım, toplandım, yola çıktım. Meyyit yokuşu yoluyla dönüyordum. Şişhane önlerine geldiğim sıralarda idi ki, oradaki merdivenli yokuştan birinin yuvarlana yuvarlana caddeye geldiğini gördüm. Derhal koştum, kolundan tuttum, kaldırdım. Bir de bakayım ki bizim meşhur bestekâr, hanende Şevki Bey merhum değil mi?
... Gençlik ah gençlik. gücüne ve ezici kuvvetine kurban olayım. Şevki'yi öyle bir sırtlayış sırtladım ki hâlâ bu muvaffakiyetime hayretteyim. Merhumu kuytu yerlerde dinlene dinlene, mola vere vere eve getirdim... O ayazda ben de birdenbire heyecanlanıp da böyle bir güçlüğe katlanmasaydım, sabahleyin köprüden geçenler, ikimizi de sırıtmış bulurlardı.
Bir şarkılık ömür gibi
Ne dersiniz? Şevki sabahleyin beni görür görmez teessürsüz 'gel şu şarkıyı geç' diye kendine has okuyuş tarzı ile 'mahzun dilimi şâd edecek sensin efendim / her lâhza beni yâd edecek sensin efendim' şarkısını okumasın mı? Biçare yemin ederek akşamki maceradan haberi olmadığını, hayretler içinde temin etti."
Büyük bestekâr Tatyos'un cenazesindeki bir avuç insandan biri de Ahmet Rasim Bey'dir.
Ahmet Rasim'in Tatyos'un hayatını özetlediği ve Tatyos'un da Uşşak'tan bestelediği şiirini hâlâ mırıldanmaz mıyız sık sık?
"Gam-zedeyim devâ bulmam/ Garibim bir yuva kurmam/ Kaderimdir hep çektiğim/ İnlerim hiç rehâ bulmam"