Dün de yazmıştım.
Siyasi rakiplerin birbirleri hakkında hakaret içeren cümleler kurarak konuşmaları, seçmeni ve dolayısıyla seçim sonuçlarını pek etkilemez.
Bu açıdan CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu'nun somut projeler sunarak başlattığı seçim kampanyası olumlu yansımalarla sürerken, Kılıçdaroğlu'nun yön değiştirip Başbakan Erdoğan'a davalık ifadelerle saldırması, olsa olsa bu olumlu yansımaları buharlaştırır.
Dün Başbakan Erdoğan'ın CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu'na açtığı tazminat davasının dilekçesini okurken, Türk siyasetçilerinin bu tür ifadelerden kaçınmaları gerektiğini bir kez daha düşündüm.
Dava dilekçesinde Kılıçdaroğlu'nun Samsun mitinginde Başbakan Erdoğan'a hitaben, ''Senin yürüttüğün paranın yarısını tasarruf etsek zaten memleket güllük gülistanlık olacak" dediği ve Batman mitinginde de benzer bir cümle sarf ettiği belirtiliyordu.
İfadeler sertleşirken
Dilekçede "Bu dil, siyasi eleştiri sınırını da aşacak düzeydedir. Bu söz ve değerlendirmeler bir siyasetçinin diğer bir siyasetçi için söyleyeceği sözler olarak kabul edilemez'' deniliyor ve Kılıçdaroğlu'nun toplam 40 bin lira manevi tazminatı Başbakan Erdoğan'a ödemesi talep ediliyordu.
Kılıçdaroğlu'nun son olarak Zonguldak'ta Başbakan'a "Ananın..." diye başlayan ifadeyle saldırması, bu işin tırmanacağını gösteriyor.
Siyasetçilerin huylarını ve davranışlarını değiştirmeye gücümüzün yetmeyeceğini biliyoruz.
Ancak iğnelemek yerine hakaret etmek, mizahın etkisinden güç almak yerine argonun ayıplı ifadelerine sığınmak neticede "Keskin zekâ"nın kıtlığını işaret edebilir.
Dünyaya bakılmalı
Oysa siyasi liderler danışmanlarına ve metin yazarlarına "Benzer polemikler gelişmiş dünyada ne tür özellikler içerir" benzeri araştırma yapmaları için talimat verseler ve bunlardan esinlenseler, Türk siyaset edebiyatına olumlu katkılarda bulunabilirler.
Yine bazı örnekler aktarayım.
İngiliz başbakanı Lloyd George rakibi Chamberlain'i "Toptancı ticaretin perakendeci mantığı" diyerek eleştirmiş.
ABD Başkanı Jefferson, Fransa İmparatoru Napolyon için "Umursamazlığını cahilliği ile takviye eden ve ne ekonomiden, ne siyasetten ne de yönetimden haberi olan kişi" demiş.
İngiliz Başbakanı Balfour rakibi Campbell-Bannerman için "Kontrol edemediği dalgalarla sağa sola giden sudaki şişe mantarı gibidir" benzetmesi yapmış.
İngiliz Başbakanı Asquith'in eşi Margot Asquith, Churchill hakkında "Kendisi hakkında övgü duyurusu yapmak için annesini öldürüp onun derisinden davul yapmayı düşünebilir" diye konuşmuş.
Kraliçe'nin eleştirisi
Kraliçe Victoria da Başbakan Gladstone'u "Benimle bir meydanda konuşma yapar gibi konuşuyordu" diyerek eleştirmiş.
Günümüz dünya siyasetinden de böyle örnekler var.
Amerikan Başkan adaylarından Ross Perot, dönemin Başkan Yardımcısı Dan Quayle'yi "Cenazelere giden ve golf oynayan boş bir giysi" diyerek anlatmış.
Yazar Gore Vidal da Başkan Reagan için "Mumyacılık sanatının şaheseri" demiş.
Başkan Roosevelt hakkında Amerikalı mizah yazarı Mencken'in eleştirisi de şöyle:
- Roosevelt yamyamlığın kendisine oy kazandıracağını bilseydi Beyaz Saray'ın arka bahçesinde bir papazı şişmanlatmak için beslemeye hemen başlardı.
İtalyan başbakanlarından Prodi'nin rakibi Berlusconi'yi anlatan cümlesi de şu şekilde:
- Sokak lambasının direğine aydınlanmak için değil, sarılıp ayakta durmaya çalışan bir sarhoş olarak yaklaşır.
Kuzu postundaki kuzu
Bu tür siyasi sataşmaları içeren sayısız kitap ve internette yüzlerce site var.
Daha önce de yazmıştım.
Churchill, rakibi Başbakan Atlee için "Kuzu postuna bürünmüş kuzudur" demişti...
Aradan geçen onca yılların ardından bu tür zekâ ışığı taşıyan siyasi iğnelemeler hâlâ dünyanın her köşesinde hatırlanıyor.
Türk siyasetçilerinin de dünya siyaset edebiyatına böyle kalıcı katkılarda bulunmalarını neden beklemeyelim.
Siyasi hırslarının boyları yaratıcı zekâlarının boylarından daha uzun olanların söylemleri, ne onlara ne de demokrasiye bir şey katıyor.