Türkiye'nin en iyi haber sitesi
BAŞYAZI MEHMET BARLAS

Adnan Menderes'in idam cezasına ilişkin tutumu neydi?

Şimdi hepimiz Başbakan Adnan Menderes'in idamını öfkeyle ve şiddetle kınıyoruz.
Hiç düşündük mü acaba?
Adnan Menderes iktidarda bulunduğu 10 yıl boyunca "İdam Cezası" hakkında ne tür bir tutum izlemişti?
Sayın okurum Cahit Aksoy'un mektubu bana bu konuyu düşündürdü.
Şöyle yazmış Sayın Aksoy:
"- ...1951-1960 yılları arasında Menderes 43 kişinin idam kararına imza attı ve hepsi idam edildi. İdamların en dramatik olanı ise, 14 Nisan 1955'te casusluk suçundan idam edilen Hayati Karaşahin'di. İnfazı, Ankara Samanpazarı'nda halka açık olarak yapıldı. Suçu neydi? Rusya için casusluk yapmak."
O dönemi yaşayanlar gazete haberlerinden hatırlar.
Hayati Karaşahin yarı meczup bir kişiydi.
Ankara'daki Sovyet Büyükelçiliği'nin bahçesine okullarda her öğrencide bulunan Faik Sabri'nin Ortaokul Atlas'ını atarken yakalanmış ve sonunda idama mahkûm edilmişti.
Mümkün olsaydı... Adnan Menderes başına gelenleri yaşadıktan ve idam edildikten sonra hayata dönebilseydi, acaba idam cezası hakkında nasıl bir tavır alırdı?

Kendisi ile tutarlı olmak
Ölmeden veya öldürülmeden olayları geniş açıdan görüp, doğru tutumlar benimseyenlere ve eylemleri ile söylemleri arasında uyum olanlara "Kendisi ile tutarlı insan" deniliyor.
Bu kendisi ile tutarlı olmak durumu siyasi partiler ve hatta ülkeler için de söz konusudur.
Örneğin bir şiir okudu diye muhalefetteyken hapse mahkûm edilen Tayyip Erdoğan Başbakan olduktan sonra cezaevlerinde gazeteciler bulunmaktaysa, Erdoğan'ın olaya sadece basın özgürlüğü açısından değil "Tutarlılık" açısından yaklaşması da gerekir.
Dün Milliyet'te Can Dündar "Ape Musa'dan Erdoğan'a selam var" başlıklı yazısında faili meçhul cinayete kurban olan Musa Anter için Başbakan Erdoğan'ın Diyarbakır konuşmasında söylediği şu sözleri hatırlatmıştı:
"- Biz, bir gece yarısı sokak ortasında ensesine kurşun sıkılarak katledilen, katilleri gecenin karanlığında kaybolup bir daha hiç ortaya çıkmayan, çıkarılmayan faili meçhullerin acısını çok iyi biliriz. Sevgili kardeşlerim; Ape Musa'nın, yani Musa Anter'in acısını bizler unutamayız."

Bu ne perhiz?

Can Dündar'ın yazısının devamını birlikte okuyalım:
"... BDP şubatta 'Ape Musa' da dahil, Güneydoğu'daki faili meçhul cinayet ve kayıplar için Meclis araştırması istedi. Sonuç yine aynı: AKP oylarıyla 'Ret!' Haziranda yine CHP'nin önergesi: 'Gelin şu cinayetleri aydınlatalım!' Cevap: 'Hayır. Şimdi vakit yok. Bir süre daha meçhul kalsın.' CHP'nin önergesi bu çarşamba reddedildi."
Bu durumda da AK Parti'nin kurumsal tutarlılığı tartışma konusu olmuyor mu?
Tabii ki bu kendisiyle tutarlı olmak konusunda kişilerin ve kurumların durumlarını irdelerken, ülkeleri de ihmal etmememiz gerekiyor.
Bu konuda Amerika da, İsrail de, Fransa da, pek çok ülke gibi çok sabıkalılar.
Ama eğer Türkiye Gazze'deki insanlık suçlarının üzerine giderken Darfur'daki insanlık suçlarını görmezden gelirse, bu da ülke boyutunda kendisiyle tutarsız olmak anlamına gelmez mi?
Türkiye'deki diğer siyasi partilerin, yargının, çeşitli kesimlerden düşünce odaklarının kendileriyle ne kadar tutarlı olduklarını incelemek bir gazete köşesinin boyutlarını aşan bir çalışma gerektirir.
Ama şu anda birkaç örnekle hiç olmazsa bu kavramı hatırlatmak istedim.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA