Galiba atasözlerinin ve özdeyişlerin gösterdiği yolları izlemekte fayda var.
Ne demişler?
- Acele işe şeytan karışır...
- Tizi reftar olanın payine damen dolaşır Erişir menzil- i maksuda aheste giden...
- Acele giden ecele gider...
Bunlar sadece bizim dilimizdeki uyarılar değil.
İngilizcede de "Acelecinin işini şeytan görür" (The Devil is involved in hurried work) benzeri bir atasözü yok mudur?
Emniyet Müdür Hanefi Avcı "Gülen Cemaati"ni ülkedeki hemen her yasa dışılığın sorumlusu olarak gösteren bir kitap yazdı.
Sonra da tutuklandı.
Bu olay hukuksuzluğun, düşünce özgürlüğüne baskının ve benzer olumsuzlukların göstergesi olarak yorumlandı.
Avcı belirli kesimler tarafından özgür düşüncenin simgesi olarak sunuldu.
Derken Avcı'nın çalışma mekânında yapılan aramada, onun Emniyet Müdürü olarak hemen herkesi dinlediğini ortaya çıkartan kasetler bulundu.
Meğer Avcı asli görevi "Dinlemek" olan MİT'i bile dinlemiş.
Daha dün Hanefi Avcı'yı özgür düşüncenin simgesi olarak sunanlar, şimdi "Beni de dinlemiş" diyerek onun hakkında suç duyurusunda bulunuyorlar.
Şeytanın yaptıkları
Demek ki bir olayın yansımalarını beklemeden, işin içyüzü hakkında en ufak bilgi sahibi olmadan ve kişilerin geçmişteki eylemlerini hatırlamadan, lehte ve aleyhte kampanyalar açıldığı zaman gerçekten işe şeytan karışıyormuş.
Buna benzer bir durumu, bir meslektaşımızın kendisine gönderilen okur mektubunun içeriğini hiç soruşturmadan yayınlamasında da görmedik mi?
Vatan gazetesinin bir yazarının aceleciliğinin sonucunda gerçekleşen bu olayı, Doğan Grubu'nun diğer gazetesi Milliyet'teki haberi aynen alarak hatırlatalım:
"Vatan gazetesinin 'ağlatan mektubu' kocaman bir yalan çıktı. Abdullah Gül'ün sosyal paylaşım sitesi twitter'dan açıklama yapmasına neden olan mektupla ilgili inceleme başlatan polis, gönderilen elektronik postanın kurgulanmış olduğu ve mektubu gönderen kişinin kimliğinin ise sahte olduğunu belirledi.
AA muhabirinin aldığı bilgiye göre, Vatan gazetesinde Mustafa Mutlu'nun köşe yazısında yer verilen ve Ahmet Ertaç isimli kişiye ait olduğu belirtilen mektupta anlatılan olaya ilişkin Cumhurbaşkanlığı makamlarınca inceleme yapıldı.
İnceleme sonucunda, 8 Ekim 2010'da mektupta anlatılan şekilde bir ölüm olayının meydana gelmediği, mektubu yazdığı belirtilen Ahmet Ertaç'ın da gerçek kişi olmadığı belirlendi. Mektubun, Ahmet Ertaç adına düzenlenmiş sahte bir elektronik posta adresinden Vatan Gazetesi'ne gönderildiği saptandı.
Ağaç ve meyvesi...
Mektubun gazetede yayınlanmasının ardından Cumhurbaşkanı Gül, anlatılan olaya ilişkin olarak, sosyal paylaşım sitesi 'twitter' üzerinden açıklamada bulunmuş, olayın meydana geldiği gün ve saatte Cumhurbaşkanlığı'nın Tarabya Köşkü'ndeki ofisinde bulunduğunu belirtmişti."
O mektubun yayınlandığı gün, devlet büyükleri için yollar kapatıldığında hastaneye yetiştirilemeyen hastaların ölmeleri üzerine neler yazılmış ve söylenmişti oysa...
Neticede Mustafa Mutlu "Amacım toplumsal bir konuda uyarı görevi yapmak"tı diyerek özür diledi ya, bu da bir şeydir...
Kıssadan Hisse: Acele bir ağaçtır, meyvesi pişmanlıktır.