Yine Nurullah Ataç'ı hatırladım.
-Cahillere kızmam ama mütecaviz cahillere çok kızarım, derdi.
Şimdi sanki bunlar, ya da sanki bunların babaları veya ağabeyleri 12 Eylül döneminde dağa çıkıp, rejime direnmişler gibi, "12 Eylül döneminde kim neredeydi" benzeri gönderme denemeleri yapıyorlar.
Hürriyet'te yazan bunlardan biri de dün "Hadi diyelim ki Turgut Özal büyük dönüşümcü, büyük devrimcidir... İyi de birader, gözyaşları içinde anılar aktardığınız 12 Eylül darbesinde Turgut Özal neredeydi?" diye döktürmüş.
Milliyet tarafından yayımlanan "60 Yılın Tanığı" kitabının 99'uncu sayfasını açsa, herkesin nerede olduğunu görebilirdi oysa.
Bu sayfanın tepesinde koca bir fotoğraf var.
Evren Milliyet'i ziyaret etmiş.
Mürettiphanedeki sayfanın başında çekilen fotoğrafta, Evren sayfayı inceliyor, yanında ellerini önünde kavuşturmuş gazetenin sahibi Aydın Doğan var.
Özal'ı sorgulayana bak
Turgut Özal 12 Eylül askeri rejiminden seçimle gelmiş iktidarlara geçirdi Türkiye'yi.
Sonra da Celal Bayar'dan sonraki ilk sivil kökenli Cumhurbaşkanı oldu.
Türk siyasetindeki Özal faktörü yüzünden, kimse 28 Şubatçılar'ın dediği gibi "12 Eylül bin yıl sürecek" diyemedi.
12 Eylül'ün hesabını yapmayı iş edinen bu yazar "Bizim gazete" dediği gazetenin yönetiminin 28 Şubat'ta nerede olduğunu artık soramaz.
Çünkü artık o Bodrum Marinası'na bile gidebiliyor.
Kendini Hürriyet'i savunmakla görevli kılan bu nispeten genç yazar "Bizim gazete- Sizin gazete" gibi cümleler kurmasa ve "Muhalif olmak" üzerine sığ bilgili denemeler yapmasa, mesele yok.
Zaten bazıları için siyaset de, hayat da, "Muhalefet" de sadece hatırladıkları zamanla ilgili bilgilerdir.
Oysa "Rejim elden gidiyor, laiklik tehlikede" şarkısını söyleyen koroya yaranmaya çalışırken biraz çaba harcasalar, Tek Parti CHP'nin ilk demokrasi denemesinde Serbest Fırka'yı tutan "Muhalif" gazeteciler hakkında Hakimiyet-i Milliye'nin başyazarı Falih Rıfkı'nın 29 Teşrinisani (Kasım) 1930 günkü yazısını okurlar ve demokratikleşmenin erdemini anlarlar.
Muhalifler alçaktır
"Atatürk'ün sözcüsü" olarak da bilinen Falih Rıfkı (Atay) şöyle yazmış:
"Hiç şüphe etmeyiniz. Bütün bu muhalif gazeteciler, hepsi bir kelime ile alçaktırlar. Balkanlar'dan Amerika'nın öbür ucuna kadar böyle mahluklar, casus ve baba katili gibi en iğrenç mücrimlerle bir sıraya konulur ve şahsi hürriyetleri bile kendi ellerine teslim edilemez. Biz ise gazete denilen müesseseyi teslim etmişiz."
Evet... "Rejim"in muhalif olmaya ilişkin görüşü böyleydi.
Böyle durumlarda "Havlucu" tiplemesini de hatırlıyorum.
Her salataya maydonoz olan Havlucu, Kıbrıs krizi sırasında berberde traş olurken, semalardan Yunan jetleri geçer.
Havlucu berberin koltuğundan yüzü sabunlu, önlüğü ile kalkıp, dükkândan dışarı fırlar... Yerden bir taş alıp, Yunan jetine atmaya hazırlanır. O sırada Yunan jeti havada durur. Yunan pilotu aşağı doğru eğilip "Havlucu sen bu işe karışma" diye seslenir.
Çakma Havlucular
Bu kendini de, siyaseti de, yakın tarihi de kulaktan dolma bilen ve birilerine yaranmaya çalışan çakma Havlucular, her gazetede olabilir.
Mesela bunlar "Akşam'ın şimdiki sahibi Karamehmet 12 Eylül döneminde neredeydi" sorusunun cevabının "Amortisör kaçakçılığı davasından ötürü İsviçre'de kaçak yaşıyordu" olduğunu bilmeden, Akşam'dan etrafa bulaşabilirler.
Onların günlük ayıpları da bu gazetenin genel yayın yöneticisi rolündeki kişiye yeter ve artar.