Gazete köşelerinde hepimiz her gün düşündüklerimizi, gözlemlediklerimizi ve "Kendimizce doğru olan"ları yazıyoruz.
Tabii ki bu önemli ve sorumluluk gerektiren bir iştir.
Ancak işin önemini de abartmaktan kaçınmamız gerekiyor.
Şu geçeği hiç unutmayalım.
Bugüne kadar yapılan genel seçimlerin veya halkoylamalarının sonuçlarını ne bizim yazılarımız ne de gazetelerimizin manşetleri belirledi.
Ülkede bir rüzgâr esince, seçmen ne okuduğu köşe yazarının tutumuna ne de okuduğu gazetenin manşetlerine bakıyor. Edirne'den Kars'a uzanan ortak akıl, hem ülkenin hem de kendisinin geleceğine dönük hesaplar yapıp oyunu kullanıyor.
En son örnek hâlâ hatırlarda değil mi?.
Yakın geçmişte "Merkez medya" diye bilinen tiraj ve reyting ağırlıklı gazeteler ile televizyon kanalları seçim sonucunu belirleyebilselerdi, AK Parti'nin iktidar ve Tayyip Erdoğan'ın da Başbakan olması hayal bile edilemezdi.
Dünyada da durum aynı
Bu sadece Türkiye'de böyle değil.
Demokratik dünyanın merkezi ve kitle iletişim araçlarının en etkili olduğu Amerika Birleşik Devletleri'nde de böyle bu.
Başkanlık seçimlerinde ağırlıklı medya kuruluşlarının ortak kararla destek verdikleri nice aday seçimlerde yenilgiye uğradı.
Daha ötesi anketlerin favori gösterdiği adayların da yenilgiye uğradıkları görülmedi mi?
Bu gerçek tabiî ki bizim görüşlerimizi kendimize saklamamızı veya siyasi tutumumuzu gizlememizi gerektirmiyor...
Ama gerçeği bilmekte de fayda var.
Biz ne zaman etkili oluyoruz peki?
Yazdıklarımız geniş seçmen kitlelerini etkilemese bile, siyasete yön verenleri, ülkeyi yönetenleri, bürokratları, girişimcileri ve sadık okurlarımızı etkiliyor.
Eğer yazdıklarımız yarının dünyasına dönük ufuklar açıyorsa, adalet duygusunu gerçekten zedeleyen durumları gündeme getiriyorsa, yurt ve dünya gerçeklerini doğru biçimde yansıtıyorsa, bunlar etkili oluyor.
Mahçup olmamak için
Bizleri okuyanlar günlük hayatın uğraşları arasında farkında olmadıkları değişimin yansımalarını önce bizim köşelerimizden öğrenip, sonra da bu yansımaların içinde kendilerini bulduklarında, bizlere güven duymaya, bizlere önem vermeye başlıyorlar.
Bilgiyi, görgüyü, hakkaniyeti, ön yargısızlığı köşelerimize yansıtabildiğimiz ölçüde önemimiz de artıyor.
Kendimizi siyasetçilerin rakibi olarak değil onların denetçisi olarak görebildiğimiz oranda, etkimiz de artıyor.
Okurlarımız açısından da durum bir ölçüde böyle.
Ama hepimiz biliyoruz ki okurlar kendi düşüncelerinin yansımalarını buldukları köşeleri daha fazla okuyorlar.
12 Eylül'deki önemli referanduma doğru gün sayarken bu gerçekleri hatırlamamızda meslek açısından yarar var.
Önemimizi ve etkimizi abarttığımız ve çevremizin pompaladığı vücut salgılarımıza teslim olduğumuz takdirde, 13 Eylül günü hayal kırıklıkları ve mahcubiyet içinde bulabiliriz kendimizi...