Bir dönem "Mahalle baskısı"na takılmışlardı birileri. Daha sonra anlaşıldı ki mesela "Bordro baskısı" daha etkili bir baskıdır.
Bordro baskısı öylesine noktalara ulaştı ki, bazıları bir gazetede aynı bordroda olmayı aynı partinin üye listesinde bulunmakla karıştırmaya başladılar.
"Şirket kültürü"nün yerine şirket patronunun veya üst yöneticisinin siyasi tutumu geçti.
Başka bir işyerine intikal edinceye kadar sürdü bazıları için bu durum.
Bir de "Çevre baskısı" vardır.
Bu durumda farklı düşünseniz de, içinde bulunduğunuz çevreyle ters düşmemek için o çevreye uyarlı görüşler açıklarsınız.
Daha sonra yalnız kaldığınızda kendinize de, kaderinize de lanet edersiniz.
"Baskı" türleri arasında en dramatik olanlarından biri de "Taban baskısı"dır.
Özellikle katı ideolojik yapıya dayalı siyasi partilerde ve ideolojik gazetecilik yapılan medya kuruluşlarında taban baskısı çok etkilidir.
Mesela bu tür gazetelerde yazı yazanlar, tabanın (veya okurun) hoşuna gitmeyecek konulara asla girmezler.
Baskısız bir yaşama doğru
Katı ideolojiye dayalı siyasi partilerde de söylemler dondurulmuş ve çerçevelenmiştir.
Bu gerçekleri soyut örnekleri içinde görüyoruz ve yaşıyoruz.
Amacımız tabii ki "Baskısız bir yaşam"dır.
Çoksesliliği, çoğulcu ve özgürlükçü demokrasiyi, hukukun üstün olduğu bir düzeni bu nedenle nihai siyasi hedef olarak benimsedik.
Önümüzdeki 12 Eylül günü yapılacak olan anayasa referandumuna da bu açıdan yaklaşmalıyız.
İçinde bulunulan siyasi partiye, kampa veya çevreye göre oylarınızın rengi "Evet" de "Hayır" da olabilir.
Ama bilelim ki demokrasimizin sağlığı ve sosyo-politik istikrarın devamı, baskılardan azade bilinçli oyların çokluğu oranında güvenceye alınacaktır.
Laf yetiştirme kampanyası
Referandum kampanyası dolayısıyla gündemimize oturan karşılıklı laf yetiştirmelerin, referanduma konu olan Anayasa değişiklikleri ile doğrudan ilişkileri yoktur.
"Havuzlu villa" veya "Villalı havuz" safsatası, kısır beyin döngülerinden başka hiçbir konuya ışık tutmuyor.
Veya "Evet" oyları fazlaca çıkarsa Kemal Kılıçdaroğlu'nun yerini Deniz Baykal'a bırakmak zorunda kalacağı durumu da, CHP Genel Merkezi müstahdemi dışında fazla kimseyi etkilemez.
Unutmamamız gereken gerçek, 12 Eylül'de bir genel seçimin değil bir anayasa referandumunun yapılacağıdır. Yani bu oylama ile bir iktidarın değişmesi söz konusu değildir.
Eğer kampanya konuşmaları ve tartışmaları bu anayasa değişiklikleri üzerinde yoğunlaşırsa, çeşitli baskılar altında bulunmayan seçmenler oylarının yönünü daha sağlıklı belirleyebilirler.
Siyasetçilerin bu sorumluluğu hissetmeleri herhalde gerekiyor.
Televizyon tartışma programlarındaki kavgacılar bu sorumluluğu hissetmeseler de olabilir.
Neticede hariçten gazel okuyanlar detone olsalar da, sahnedeki profesyonel solistlerden hatasız icralar beklenir.