Tabii ki her ülkenin demokrasisi farklıdır.
Örneğin İngiliz demokrasisinin "Lordlar Kamarası"nı Türkiye'de kabul edebilir miyiz?
Veya İngiliz demokrasisi bizdeki Anayasa Mahkemesi'nin musluk açıp kapatır gibi durmadan parti kapatmasını veya ana muhalefetin yasamaya veya seçmene güveneceğine sürekli Anayasa Mahkemesi'ne bel bağlamasını kaldırabilir mi?
Ancak modeller farklı olsa da bazı temel kurallar her demokrasi için geçerli.
Bu kuralların başında hoşgörü ve nezaket geliyor.
Duygular ve öfkeler siyasetçileri söylenmeyecek sözler söylemeye yönlendirse de, bunlar kamuoyu önünde söylenmiyor.
Söylendikleri zaman da, en azından bunları söyleyenler puan (veya oy) kaybediyor.
Son örnek 6 Mayıs'ta genel seçim yapılacak olan İngiltere'nin iktidar partisi İşçi Partisi'nin lideri ve Başbakan Gordon Brown'ın başına gelenlerden verilebilir.
Gordon Brown seçim kampanyasında ev ziyaretleri yaparken, İşçi Partisi seçmeni olduğu bilinen 65 yaşındaki ev kadını Gillian Duffy ile sohbet eder.
Meğer mikrofonlar açıkmış
Bayan Duffy, İngiltere'ye Doğu Avrupa'dan çok fazla göçmen geldiğini, İngiltere'de işsiz sayısının fazla olduğunu falan söyler.
Başbakan Brown da Bayan Duffy'nin evinden çıkarken kadına "Sizinle tanışmış olmaktan çok mutluyum" der.
Ancak aracına binerken, televizyon kameralarının mikrofonlarının açık olduğuna dikkat etmez.
Yanındaki danışmanına "Bu kadın çok dar kafalı biriydi" (Bigoted woman) diye konuşur.
Şimdi bütün İngiltere de bunu konuşuyor.
Ayrıca Brown, Bayan Duffy'nin evine bir ziyaret daha yapıp, kadından özür de diledi.
Ama faydası yok.
Ağızdan çıkan "Laf"ı bütün İngiltere duydu bir kere.
Görüldüğü gibi İngiltere'de siyasetçilerin seçmenleri hakkındaki uygunsuz sözleri bile olay yaratıyor.
Siyasetçilerin birbirleri hakkında söyledikleri sözler ağır ifadelerle dolu olsa bile bunun da bir sınırı var.
En etkili söylemler mizahın ustaca kullanıldığı cümleler içinde seslendiriliyor.
Sürekli gergin, devamlı rakibinin sinirini oymaya çalışan, sözleri hakaretle aşağılama arasında gidip gelen siyasetçiler, İngiltere'de fazla makbul değil.
Kronik muhalefet lideri olmak
Tabii bir de her girdiği seçimi kaybeden siyasi liderler ömür boyu aynı koltukta oturamadıkları için, "Kronik muhalefet lideri" olmanın yarattığı sinirlilik de İngiliz siyasetine yansımıyor.
Ayrıca İngilizler ne kadar kökten muhafazakâr olsalar da, değişim konusunda zamanı hiç ıskalamazlar.
Mesela 1999'da başlayan süreç sonucu merkezi yönetim bir ölçüde sona erdi.
Bugün İskoçya'nın, Galler'in ve Kuzey İrlanda'nın ayrı parlamentoları var. Örneğin İskoç parlamentosu ve yerel hükümet yargı ve eğitim alanlarında da tam yetkili artık.
"Bütün bunlardan bize ne" derseniz...
Biz İngiliz değiliz, biz bize benzeriz, demokrasimiz de İngiliz demokrasisine benzemez.
Temel Londra'da Thames Nehri kıyısında yürürken, boğulmakta olan bir İngiliz'in "Help, help" (İmdat, imdat) diye bağırdığını görmüş.
"İngilizce öğreneceğine önce yüzme öğrenseydi şimdi boğulmazdı" diye söylenmiş kendi kendine.
Hep aynı şarkı
Dün Hasan Cemal Milliyet'teki köşesinde şöyle diyordu:
- "Geçen gün partisinin Meclis grup toplantısında CHP lideri Baykal'ın konuşmasını dinlerken, bu yakın geçmişi yine anımsadım.
Baykal, anayasa değişikliği nedeniyle Erdoğan'a Hitler benzetmesi yapıyordu. Bir gün önce uzlaşma önerisi yaptığı lideri, ertesi günü Hitler'e benzetmek...
Ecevit de öyleydi, 1970'lerin sonunda.
Bir gün önce büyük koalisyon çağrısı yaptığı Demirel'i, ertesi gün gazeteci milletinin önüne çıkar, demokrasiden bîhaber bir faşist olarak ilan ederdi.
Değişmek zor! Bir süre gizli gündem- irtica ile yol alındı. Anlaşılan bunun kullanım süresi geçti.
Ya da fazla tutmadı, inandırıcılığı artık kalmadı. Şimdilerde ise ucu Hitler'e kadar vardırılabilen sivil dikta ile idare ediliyor. Yazık!"
Bir İngiliz de bizim siyasi polemiklerimizi izleseydi "Birbirlerini aşağılamayı öğreneceklerine demokratik nezaketi öğrenselerdi ortalık böyle gergin olmazdı" derdi herhalde.