Aslında sosyo-politik yaşamımız yapılması gerekenlerin yapılmadığı, söylenmemesi gerekenlerin söylendiği bir ortamın yansımalarına sahip.
Mesela Boğaz'a köprü yapmak gibi bir proje mi var gündemde.
Dönem ister 60'lar, ister 80'ler, isterse 2000'li yılları ifade etsin.
Mutlaka birileri "Köprüye hayır" sloganı atacak, birileri de "İstanbul'a köprüler tuzağı" diyerek olaya yaklaşacaktır.
İç ve dış barışı amaçlayan projeler gündeme geldiğinde de "Barışa hayır" demek ayıp kaçacağı için, "Bu barış yabancı malı" benzeri gerekçelerle projeler baltalanmaktadır.
Kıbrıs'a kalıcı çözüm önermek "Ada'yı vermek" ile eşanlamlı olmaktadır.
Bu arada Kıbrıs üzerindeki müdahale hakkımızı da bize kazandıran Adnan Menderes'i ve Fatin Rüştü Zorlu'yu neden idam ettiğimizi kimse sorgulamamaktadır.
Avrupa Birliği'nin siyasal ve ekonomik kriterlerine uyum "Yeni Sevr" olarak nitelenmekte, zarar eden KİT'lerin özelleştirilmesi "Milli serveti yabancı sermayeye ikram çekmek" şeklinde sunulmaktadır.
Sivilleşme de demokratikleşme de "Orduyu güçsüzleştirme projeleri" biçiminde değerlendirilmekte, askeri darbe girişimlerini yargı önüne götürmek ise "Hukuku ve insan haklarını çiğnemek" olarak karşılanmaktadır.
Her şeye hayır mı?
Bu tabloyu değiştirmek mümkün değildir.
"Her şeye hayır" diyenlerin değişmesi ancak onların iktidara gelmeleri ile mümkün olmaktadır.
Ama bu defa da, geçmişte bütün projeleri protesto edilen eski iktidar sahipleri pozisyon değiştirmekte ve bu defa onlar yeni iktidarın her girişimini "İhanet", "Satılmışlık", "Teslimiyet" veya "Kokuşmuşluk" olarak yermektedirler.
"Siyasi sorumluluk" ancak iş başa düştüğü zaman akla gelen bir kavramdır bu düzende.
Buna benzer bir anım var uzak geçmişten.
Lise yıllarında sınıfın en haşarısı ve en haylazı olan bir arkadaşımız, bizi evine davet etmişti.
Üç arkadaş davet edildiğimiz eve giderken aramızda konuşuyorduk.
Konu tabii ki bizi evine davet eden arkadaştı.
Evdeki uyarılar
- Acaba evinde de sınıfta olduğu gibi haşarı mıydı?
- Sınıfta nasıl hocaları dinlemiyorsa, evinde de anne ve babasına karşı aynı umursamazlıkta mıydı?
- Acaba çok sert bir babası olduğu için mi ev dışındaki yaşamda disipline karşı tepkiliydi?
Eve geldiğimizde kapıyı o açtı.
Evde yalnızdı. Annesi ve babası şehir dışındaymışlar.
Bizi ağırladı, pasta ve çay ikram etti.
Bizim dikkatimizi evin hemen her yerine yapıştırılmış ve üzerinde yazılar bulunan küçük kartonlar çekmişti.
Mesela buzdolabının kapağındaki kartonda "Buzdolabının kapağını nasıl açtıysan öyle kapatmalısın" yazılıydı.
Tuvalet oturağının dayalı olduğu duvardaki kartonda ise "Deliği nişanla, işin bitince sifonu çek" yazısı vardı.
Duvardaki elektrik düğmesinin yanında "Odadan çıkarken lambaları söndür", mutfaktaki ocağın üzerinde de "Ocağı sakın açık bırakma" uyarıları bulunmaktaydı.
İş başa düşünce
Birlikte geçirdiğimiz iki saat boyunca tabii ki çok eğlendik.
Babasının ondan gizlediği açık saçık dergilere baktık.
Buzdolabının kapağı hiç kapanmadı.
Akşam evden onunla birlikte çıkarken, evin bütün ışıklarını açık bırakmıştı.
O arkadaş daha ileri dönemlerde hayali ihracat yaparak zengin oldu ama sonra iflas etti.
Bir lokanta açtı. Müşterileri ile sohbet ederek hayatını sürdürmeye başladı.
Bir akşam onun lokantasına gidip, geç saatlere kadar oturdum.
Lokantadaki buzdolabının kapağı hep kapalıydı.
Ben veda edip ayrılırken o lokantanın ışıklarını kapatıyordu.