Bundan 70 yıl önce dün, 1 Eylül 1939'da Nazi Almanya'sı ordularının Polonya sınırını geçmeleri üzerine "2'nci Dünya Savaşı" resmen başlamıştı.
Daha önce Avusturya'nın ilhakını ve Çekoslovakya'nın yok edilmesini sessizce izleyen İngiltere ve Almanya, Nazi Almanyası'nın Polonya'ya da el atması üzerine bu ülkeye savaş ilan etmişlerdi.
Her geçen yıl uzaklaşan bu yakın tarihte olup bitenleri bilebildiğimiz ölçüde, bugünün dünyasındaki izlerini daha kolay anlarız.
Bir başka deyişle, tarih sadece tarihçilere ilgi alanına bırakılmayacak kadar insanlığın gelişimini doğrudan etkileyen ve şekillendiren bir olgudur.
Cehalet ve ümmilik
Siyasete heves edenlerin ve günlük siyaset üzerinde çeşitlemeler yapanların, sadece okur-yazar olmaları yetmiyor.
Çünkü ümmi olmamak cahil de olmamak anlamına gelmez.
Hitler Almanya'sının Stalin'in Sovyetler Birliği ile kurduğu ittifakı ve bu ittifaka dayalı olarak Polonya'nın bu iki ülke tarafından paylaşıldığını, daha sonra Almanya'nın Sovyetler Birliği'ne de savaş açtığını herhalde en azından bilmek gerekiyor.
2'nci Dünya Savaşı'nda Nazi Almanyası'nın işgal ettiği ülkelerdeki işbirlikçileri, örneğin Norveç'in Quisling'ini falan bilirseniz, "Acaba Hitler'in Wehrmacht'ı Türkiye'yi de işgal etseydi bizim Quisling'imiz kim olurdu" sorusuna da cevap arayabilirsiniz.
Hitler "Barbarossa Harekatı" ile 22 Haziran 1941'de Sovyetler'e saldırmasaydı, Alman ordusu Wehrmacht, Türkiye'yi işgal etmeyi planlıyordu.
Bu çerçevede Türkiye'deki Nazi işbirlikçisi yönetimin üst isimleri ve ilk elde hangi Türk siyasetçilerinin tasfiye edilecekleri bile belirlenmişti.
Varlık vergisi
O dönemde uygulanan Varlık Vergisi'nin yoğun biçimde Türk Yahudilerini hedef alması ile, Nazizmin "anti-Semitizm"i arasında bağlantı kurmamak, tarihe dönük cehaleti de kanıtlamaz mı? Veya 2'nci Dünya Savaşı'nın Başbakanı Şükrü Saracoğlu'na "faşist" damgası vuran sol kesimin, o dönem dünyasının faşist veya anti-faşist siyasetçileri hakkında neden suskun oldukları, cehaletle mi, yoksa tarihe ideolojik yandaşlık açısından bakmaları ile mi açıklanabilir.
Örneğin bir kuşak solcularının yaygın olarak Marksizm üzerindeki teorik çalışmalarını okudukları Kuusinen'in de, 2'nci Dünya Savaşı'nda işgal edilen Finlandiya'nın Sovyet işbirlikçisi "Terijoki" kukla hükümetinin lideri olduğu görmezden gelinebilir mi?
Tek partiden demokrasiye
Ya da Hitler'in Sovyetler Birliği'ne saldırdığı güne kadar kendi ülkelerinin de Wehrmacht tarafından işgaline seyirci kalan Fransız komünistlerinin (PCF), ancak bu saldırısı sonrasında Fransız Direnişi'ne (Resistance) aktif olarak katılmaları da herhalde bilinmeli değil midir?
Türkiye 2'nci Dünya Savaşı dışında "Tarafsız" kalabilen ülkelerden sadece bir tanesidir.
O dönemde Franco İspanyası da, Salazar Portekiz'i de savaş dışı kaldılar. İsviçre de, İsveç de savaşa katılmadılar.
Tek partili rejimlerden (İspanya ve Portekiz) sadece Türkiye'de, savaş sonunda çok partili demokrasiye geçildi.
Ama 2'nci Dünya Savaşı dışında kalmayı başaran ülkelerden hiçbirinin yönetimi daha sonra "Bizi savaşa sokmayıp, erkekliğimizi öldürdüler" söylemi ile eleştirilmedi.
Ama bunun yanında siyasetteki ve toplum hayatındaki Nazizmin etkileri konusu da en az Türkiye'de incelendi.
Zaten daha sonra içine girilen Soğuk Savaş'ta faşizm (veya nazizm) komünizme göre ehven-i şer sistemler olarak algılanacaktır.
Ne demiş Mehmet Akif?
"Tarihi tekerrür diye tarif ediyorlar
Hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi."