İngilizcenin "Urban Legend"ini "Şehir efsanesi" biçiminde dilimize çevirdik ve düşünce balonları üretimine katkımızı bu yeni tanımlama ile sürdürdük.
İnternetin "Vikipedia"sı "Şehir efsanesi"ni şöyle tanımlıyor:
- Modern çağın kulaktan kulağa yayılan, doğruluğu şüphe götürür, uydurma folklorik hikâyelerine verilen addır. Amerika'da kulaktan kulağa yayılan klasik şehir efsanelerinin en bilineni NewYork kanalizasyon sisteminde büyük timsahların yaşadığı ve zaman zaman insanlara saldırdığına dair olanıdır. Hatta Ninja Kaplumbağalar çizgi karakterleri ve bundan uyarlanan filmler bu efsaneden esinlenilerek yaratılmıştı.
Bu tanımlamada şehir efsanelerinin kulaktan kulağa yayıldığı söylenmekte.
Oysa Türkiye'de bunlar yazıya da geçirilir ve hatta "Resmi ideoloji"nin öğeleri haline de gelirler.
Birtakım şehir efsanelerinin doğruluğunu tartışmaya kalkıştığınızda ise, geniş kitlelerin öfkesine hedef olursunuz. Çünkü bunların tartışılmaz doğrular olduğuna ilişkin inanç toplumun belleğine yerleşmiştir.
Neyin şehir efsanesi, neyin gerçek olduğunu anlamak için bazı ayıraçlar kullanılabilir.
Örneğin Türkçede klişe haline gelmiş ve kuşaktan kuşağa aktarılan bir söylemi herhangi bir yabancı dile çevirdiğinizde de Türkçedeki gibi derin bir anlam taşır ve evrensel mantığı zorlamazsa, bu söylem gerçeği yansıtıyor olabilir.
Hangisi evrensel doğru
Bu söylemlere örnek verelim:
- Bir Türk dünyaya bedeldir...
- Türkün Türkten başka dostu yoktur...
- Türkün Türkten başka düşmanı yoktur ...
Bizim kendi tarihimize dönük yorumlarımızın pek çoğu "Osmanlı'nın hoşgörüsü" üzerine kurulmuştur.
Buna göre Osmanlı İmparatorluğu çeşitli dinlerin, mezheplerin, ırkların, milliyetlerin bir arada özgürce yaşadıkları bir camiadır...
Zaman'da Herkül Millas Nisan sonunda katıldığı Tekirdağ'daki "Balkanlar'da İşbirliği Kongresi"ne ilişkin gözlemlerini şöyle yazmıştı:
- Türk konuşmacılar bazı metaforları çok sık kullanıyorlardı: yörenin ortak tarihi, Osmanlı yönetimi süresinde barış süreci, yüzyıllar boyu sürmüş mutlu beraberlik, âlicenaplığımız, ortak kültür ve gelenekler, 'kaybedilen' topraklar gibi.
- Oysa Osmanlı'dan koparak ulusal devletlerini kuranlar Osmanlı dönemi ve yönetimini özlediklerini söylemiyorlar. Türklerin ortak geçmiş konusunda çok doğal saydığı duygular onlarda yoktur. 'Beraberlik ve barış süreci bitti' hayıflanması değil, tersi vardır öteki ulus devletlerde: nihayet kurtulduk, hürüz artık, mutsuz dönem bitti.
Herkül Millas'ın yazdıklarını okurken, şehir efsanelerinin doğruluklarını kanıtlamanın bir diğer yönteminin de, efsanenin ilgili olduğu "karşı taraf"ı da dinlemek olduğunu görebiliyorsunuz.
Aslında demokrasinin de vazgeçilmez bir şartı değil mi bu "Karşı tarafı dinlemek" meselesi?
Köylü efendimizdir
Acaba Cumhuriyet'in ilk döneminde gerçekten "Köylü Efendimizdi" de sonradan mı köylü yoksulluğa mahkûm edildi mesela...
Dünkü Takvim'de Fikri Akyüz 1924'te yürürlüğe giren "Köy Kanunu"nu irdelemişti.
Buna göre "Efendilerimiz"in kanunla yapmaya zorunlu kılındıkları bazı işler şunlarmış:
- Köyün münasip bir yerinde herkes için kuyusu kapalı veya lağımlı bir hela yapmak...
- Her köyün bir başından öbür başına kadar çaprazlama iki yol yapmak.. (Bu madde açık değil...)
- Köy yol üzerinde ise köy odası yanında ahırlı bir konuk odası yapmak...
- Ekine, mahsule ağaçlara zarar veren kuşları öldürmek...
Görüyorsunuz işte... Meğer köylülerin Cumhuriyet'in ilk döneminde milletin efendisi oldukları da bir şehir efsanesiymiş.