Oçok sevdiğim Temel fıkrasını yine hatırlatmakta yarar görüyorum.
Konuk olduğu evde Temel'e ilk kez gördüğü taze incir ikram edilir. Temel bu meyveyi çok sever ama mahcup tabiatlı olduğu için "Bunun adı ne" diye sormaya utanır. Ertesi yıl yine aynı eve konuk gider. Aklında hep, geçen yıl yediği, çok beğendiği ama adını bilmediği meyve vardır. Ev sahibine utana utana ricada bulunur.
- Geçen yıl bana bir şey ikram etmiştiniz. Dışı mor kahverengi arası bir renkteydi. Kabuğunu soyduğunuzda beyaz yumuşak bir yapısı vardı ... Ondan yine ikram edebilir misiniz bana?
Ev sahibi Temel'in tarifinden inciri çıkartamaz. "Herhalde biz buna patlıcan ikram etmiştik" deyip, bir tane patlıcan koyar Temel'in önüne. Temel patlıcanı ısırır, yüzünü buruşturur ve ev sahibine çıkışır:
- Siz bunu hem uzatmışsınız hem de tadını kaçırmışsınız!
Sosyopolitik yaşamımızı ve düşünce dünyamızı, uzatılmış ve tadı kaçmış bir kısır döngüye, yani "Rejim Kavgası"na konu etmekten nasıl çıkartacağımızın yollarını artık bulmamız şarttır.
Acaba "Zaman", "Değişim" ve "Batılılaşma" olgularını daha bilinçli şekilde mi düşünce ve siyaset hayatımıza sokmamız gerekiyor? Bu konuda bilim adamlarının verdiği örnekler var.
NİLÜFER GÖLE
Mesela Prof. Dr. Nilüfer Göle, bizim hâlâ içinden çıkamadığımız "Kamusal Alan" kavramını, "Kadın-erkek eşitliği"ni ve "Laiklik"i irdelerken şu örnekleri getirir.:
- "Kamusal alan" Batı toplumlarında başlangıçta işçi sınıfını ve kadınları dışlayarak bir burjuva alanı olarak kurulmuştur.Batı'dan farklı olarak birçok Müslüman ülkenin modernleşme projesinde ise kadınlar merkez bir konumda yer almışlar hatta kamusal alanın sınırlarını temel taşını oluşturmuşlardır.
- "Laiklik" Batı kökenli bir gelişimin sonucunda ortaya çıktığı için Batılı olmayan toplumların, özellikle de Müslüman toplumların azgelişmiş modernlik tezine uygun olarak daha az laik olması beklenir. (Oysa Türkiye'de laiklik) Devlet, asker ve siyasi seçkinlerin üçgeninde hapsolmamış, sivil toplum örgütlenmelerine de damgasını vurmuş, bu nedenle de ideolojinin sınırları içinde kalmayıp, toplumsal muhayyele diyebileceğimiz düşünce ve eylem alanına da sirayet edebilmiştir. Hatta bir tür "Laiklik fazlası"ndan söz etmek de mümkündür ki bu da laiklikle demokrasi arasında bir ikilem oluşmasına ve bu karşıtlığın kolayca birincinin lehine sonuçlanmasına yol açmaktadır.
- Hindistan deneyiminden laiklik olgusuna baktığımızda ise (ki sekülarizm kullanılmakta) laikliğin, farklı dinler arasında barışı simgelediğini, çoğulculuğun ve ve demokrasinin garantörü olduğunu gözlemleyebiliriz. (Batı Dışı Modernlik: Bir kavram Üzerine)
Prof. Şükrü Hanioğlu da "Zaman"ın "Temel İlkeler" üstündeki yansımasına örnek veriyor:
- "Tüm insanların eşit yaratıldığını" vurgulayan Amerikan Bağımsızlık Beyannamesi'ni hazırlayan Thomas Jefferson ve bu vesikanın imzacıları söz konusu ilkeyi hiç de günümüz bireyleri gibi yorumlamıyorlardı. Başta Jefferson olmak üzere çoğu köle sahibi olan (yalnız Jefferson'ın 187 kölesi vardı) bu kimseler zencilerin ve kadınların eşitlik kapsamında bulunmaması gerektiğinde hemfikirdiler ki uygulama da böyleydi.
İLİM NEREDE?
- ABD'de zencilerin ve kadınların dışında bırakıldığı bir eşitliğin tartışılması, yeniden yorumlanması sayesinde bu alanda büyük dönüşümler gerçekleştirilmiş ve yeni bir toplumsal denge yaratılabilmiştir. Ancak süreç içinde bu dönüşümler dahi uygulamada ve yirminci yüzyıl sonu gerçekliği içinde yetersiz görülmüş ve eşitliğin pozitif ayrımcılık temeline dayanması gerektiği yorumu ağırlık kazanmıştır.
- Toplumumuzun günümüzde en çok tartıştığı ilkeyi ele alırsak laiklik ilkesinin bir kenara bırakılarak toplumun dini kurallar çerçevesinde yönetimi benzeri istemlere karşı kanuni yaptırımlar ihdası ne kadar anlamlıysa, dini sembollerin kullanılamayacağı alanın ne gibi kıstaslarla belirleneceğini, bu alanda kamu hizmetini alansunan ayrımının ne derece göz önüne alınacağını, bu ilke ile din ve vicdan özgürlüğü arasında mevcut gri alanların nasıl düzenleneceğini tartışılmaz tabular haline getirmek, bu alanda tekelci bir şekilde seksen sene önceki uygulamalara dayanan naslar ihdas etmek o derece manasızdır. Bu tür nasların mevcut olduğu bir toplumda demokratik siyaset yapılması mümkün değildir. (Rejimimizin Temelleri ve Kamusal Yorumları/Zaman)
Le Bono, "Dünyadaki mevcut bütün bilgiler kitaplıklarda var. Üniversite mevcut bilgilerin tartışılıp speküle edildiği ve hatta reddedildiği yerdir" diyor. Bizler hep Atatürk'ün "Hayatta en hakiki mürşit ilimdir" özdeyişini tekrarlarız ama, ezbere dayalı "Resmi İdeoloji" üzerinden rejim kavgası yapmaya başlayınca, sosyologlara, siyasal bilimcilere kulaklarımızı tıkarız. "Bilimsel kuşku"yu sözlüklerinden çıkartmış toplum mühendisleri, bilim adamı rolünü oynamaya başlarlar.
Muz kabuğuna basıp düşen Temel ertesi gün bir başka muz kabuğu görünce "Yine beni düşüreceksin değil mi" diye bağırmış ya kabuğa... Biz de öyle yaparız.