Evrensel demokratik siyasette "Tehdit" leri ve "Tehlike" leri genellikle iktidarda bulunan siyasetçiler kullanır. Böylece muhaliflerine "Muhalefet etmeyi bırakın. Ulusu ve devleti tehdit eden tehlikeler karşısında birlik olalım" mesajı verirler. Totaliter rejimlerde ise tüm farklı görüşler ya tehdittir ya da ihanettir. Bunlar yok edilir.
Örneğin Çin'de iktidardaki Komünist Parti, ekonomideki serbest pazarın siyasette de demokrasiyi zorlayacağından korktuğu için, "Marksizmden sapma ve yozlaşma tehlikesi var" diyor. ABD'de Başkan Bush, yönetimindeki başarısızlıkları "El Kaide terörü bizi de dünyayı da tehdit ediyor" diyerek örtüp, ulusal birlik çağrıları yapmakta.
Türkiye'de ise şimdi durum tersine çalışmakta. Tehdidin ve tehlikenin kaynağı iktidar, bunu kullanan ise muhalefet. Veya iktidar aslında muhalefette ve sözde muhalefet ile bazı kurumlar, devleti iktidar kaynaklı "Şeriat" tehdidine karşı korumaya çalışıyorlar.
Böyle mantık dışı bir durumu demokratik rejimin taşıması çok zor. Bu bir anlamda "Cumhuriyeti demokrasinin tehdidinden kurtarmak" gibi çizgilere sürükleyebilir siyaseti.
Bu durumda AK Parti sözcülerinin "Özgürlük" söylemlerinin, "Laiklik karşıtlığı" anlamına gelmediğini daha özenle vurgulamaları mı gerekiyor acaba? Başka türlü "İktidardaki muhalefet" konumundan nasıl çıkabilirler bilemiyoruz. Mesela şöyle mi deseler:
- Biz iktidar olduğumuzda sadece Tekel'in rakısı vardı. Şimdi rakı çeşidinden geçilmiyor. Şarap üretiminde da patlama yaptı Türkiye. Biz alkollü içki içmeyiz ama içimini de üretimini de teşvik ederiz.
Biz Çiçek Pasajı'nın Entelektüel Cavit'i gibiyiz. İçmeyiz ama içiririz.