Uzun yıllar önce Hindistan'ın eski dışişleri bakanlarından biriyle İstanbul'u ziyaretinde sohbet ediyorduk. Kendisine Türkiye hakkındaki gözlemlerini sorduğumda şu cevabı vermişti:
- Siz Doğulu mu, Batılı mı olduğunuz konusunda henüz kesin kararınızı vermiş değilsiniz. Dolayısıyla benim sizin hakkınızda kesin bir gözleme sahip olmam mümkün değildir.
Gerçekten de hâlâ bu kararsızlık yok mu toplumun "Derin bilinci" nde.
AB üyeliğinden söz ettiğinizde hâlâ belirli bir kesim "Nasıl olsa bizi almazlar" diye düşünmüyor mu? Şu TürkAmerikan ilişkilerine bir bakın mesela.
1940'ların sonundan beri, ABD ile neredeyse kaderlerimizi birleştirdik. Ordumuz, ekonomimiz, siyasetimiz ABD ile entegre oldu. "Müttefik" olmak yetmediği için her fırsatta buna "Stratejik Ortak" kavramını da vurgulayarak eklemeye çalışıyoruz.Askeri darbeler bile önce Washington'dan icazet alarak "Geçiş dönemleri" nin meşruiyetini sağlıyor.
Ama ABD'den önemli bir yetkili Türkiye'ye geldiği zaman herkes "Acaba neden geldi, yine ne karıştırıyorlar" diye kuşkulanıyor. Veya Türkiye'den bir politikacı yahut bir general ABD'ye gitse, aynı anda "Yine neyin icazeti alınıyor" diye herkes kuşkulanmaya başlıyor.
Bazıları ise hem Amerika'ya hem Avrupa'ya karşı yeni bir Kurtuluş Savaşı ilan edilmesi gerektiğini bile seslendirmiyorlar mı? Batı eğitimli aydınlarımız hayat tarzı olarak "Batılı" olmanın bütün yerel değerleri reddetmek anlamına geldiğini savunurken, aynı anda "Batı bizi bölmeye çalıyor" sloganını seslendirmeyi de alışkanlık haline getirmiş değiller mi? Acaba Türkiye İhtilalci Hasan Amca'nın dediği gibi "Doğu'ya giden ama güvertesindeki insanların Batı'ya koştuğu bir gemi" gibi mi? Yoksa Türkiye gemisi Batı'ya giderken, güvertesindeki bazı insanlar Doğu'ya mı koşuyor? Bereket bu kararsızlık sade Türk toplumuna özgü bir durum değil.
Tarihçi Bernard Lewis'in salı günkü The Wall Street Journal'de Amerika ve Irak hakkında nefis bir söyleşisi vardı. Şöyle diyordu Lewis:
- Amerikan İngilizcesinde "Bu tarihtir" (That's history) dediğiniz zaman bu, "Söz konusu durumun olup bittiği ve şu anda ilgi duyulmayan bir hale geldiği" anlamına gelir. Ayrıca diğer kültürleri ve uygarlıkları da dikkate almamak eğilimi vardır Amerika'da. Ancak toplumda neyin iyi ve doğru olduğu konusunda temel bir içgüdü vardır ve bu şaşılacak kadar iyi çalışır.
Türkiye ile Amerika'nın ortak özelliklerini yansıtabilir mi acaba Bernard Lewis'in bu tahlilindeki gözlemler? Neticede Türkiye'de de, Amerika'da da iç ve dış politikada ne kadar hata yaparsak yapalım, adeta bir temel içgüdü ile son anda "Büyük Doğru" yu yakalıyoruz.
Ama hatalar yüzünden de müthiş zaman kayıpları oluyor. Baksanıza Amerika'nın haline.
USA Today gazetesinin haberine göre ABD Savunma Bakanlığı Pentagon, çeşitli ülkelerdeki basınyayın organlarında ABD yanlısı mesajlar çıkmasını sağlamak dahil, psikolojik savaş için 400 milyon dolarlık bütçe ayırmış. Habere göre, yürütülecek bir kampanyayla, "Terörist ideoloji" hedef alınacak ve yabancı okuyucu ve izleyicilerin "ABD politikalarını desteklemeleri" hedeflenecekmiş...
Amerikan uygarlığının ve kültürünün bütün ürünleri zaten bütün dünyayı kaplamışken ve bütün dünya uluslararası terörizme karşı ortak cephe oluştururken, dünyadaki bazı medyalara "Rüşvetçi ve işbirlikçi"
damgasını vurduracak böyle bir uygulamayı Pentagon'daki hangi akıllı düşündü acaba? Veya Türkiye'yi AB'nin eşiğine getiren AK Parti iktidarını, acaba hangi akıllı "Yasakçı" damgası vurduracak "İçki Yasağı" polemiğine sürükledi?