Tarihi sil baştan yeniden yaşamak iyi bir şey olmasa da eğlendirici.. İstanbul'a yapılması tasarlanan gökdelenlerin ve yeni Boğaz köprülerinin tartışılmasına bu açıdan bakarken, hem bunalıyor hem de eğleniyorum.
Bu tartışmalara geçmişte de tanık olmadık mı?
Ama her toplum bunları yaşadı. Çünkü dünyada iki tür düşünce tarzı var.
Birinci tür düşünce tarzına sahip olanlar, gündeme yeni ve ileri bir proje geldiği zaman "Bunu nasıl gerçekleştirebiliriz" diye olaya yaklaşırlar. İkinciler ise "Bu projenin gerçekleşmemesi için ne tür gerekçeler bulabiliriz" arayışına girerler.
İstanbul'da gökdelenler, Bedrettin Dalan'ın belediye başkanlığı döneminde başlatılmıştı. Ondan sonra gelen Nurettin Sözen gökdelenleri engellemeye çalışmıştı. Tayyip Erdoğan İstanbul'a belediye başkanı olduğunda yine gökdelenler tartışılıyordu ve Erdoğan da bunlara karşıydı. Gökdelenlere ilişkin bir tartışmada "Allah insanların göklerde yaşamasını isteseydi, onları insan değil kuş olarak yaratırdı" benzeri savları da seslendirmişti hatta.
Şimdi Erdoğan, İstanbul gökdelenlerinin göklere daha da tırmanması için öncülük yapıyor.
Boğaz Köprüsü tartışmaları ise artık yakın tarihimizin mütemmim cüzü oldu.
Bu anımı daha önce de yazmıştım. Süleyman Demirel 1970'lerin sonunda evimde yemeğe gelmişti. Pencereden Boğaz'a bakarken, onu hafif iğneledim:
- Sayın Demirel.. Şu Boğaz Köprüsü'nü üç geliş üç gidiş şeritli yapacağınıza, altışar şeritli yapsaydınız, şimdi böyle tıkanmazdı, dedim.
Dönüp şöyle bir baktı bana. Sonra evimin duvarında asılı duran İsmet İnönü ile babam Cemil Sait Barlas'ın fotoğraflarını işaret edip, cevabını verdi:
- Kadere bak. Ben ne zaman Boğaz'a köprü yapacağım desem İsmet Paşa İstiklal Madalyası'nı TBMM kürsüsüne vurup "Boğaza köprü yaparsan seni mahvederiz" dedi yıllarca. Şimdi onun çalışma arkadaşının oğlu kalkmış, "Köprü'yü niye dar yaptın" diye benden hesap soruyor.
Demirel'in bu sözlerini o yemekte bulunanlar (Rahmetli Çağlayangil de vardı) kahkahalarla karşılamıştık tabii. Ama hayat böyle işte. Hafızanız güçlü ise, Türkiye benzeri ülkelerde aynı filmi defalarca seyrettiğinizi bilerek, "Bu da geçer" dersiniz.
1888 yılında bugünkü Mercedes'in iki kurucusundan bir olan Gottlieb Daimler (Diğeri Karl Benz) Amerikalı piyano yapımcısı ve girişimci William Steinway'le ortak "Daimler Manufacturing Company"i kurarlar. Yapılan açıklamada hedefin yılda 1000 otomobil üretmek olduğu duyurulur. O açıklamaya bir Amerikan gazetesi, "Bunlar sahtekâr. Yılda bin otomobil üretmek mümkün olsa bile, bunları kullanacak bin makinist bu kadar kısa zamanda nasıl yetiştirilebilir" yorumunu getirir.
Neyse.. Bu şirketin 1901-1908 arasında ürettiği otomobillerin bir örneği şimdi Montvale'deki (New Jersey) Mercedes USA merkezinde bulunmakta. Bu şirketin daha sonra otomobil üretimini bırakıp, ünlü Steinway piyanoları üretimine yoğunlaştığını da hatırlatayım. Demek yılda binden fazla piyanist bile yetiştirilebiliyormuş.
Şimdi kimse hatırlamıyor Boğaz'ın iki yakasını araçla geçmek isteyenlerin "Araba Vapuru"na mahkûm oldukları günleri. Nostalji tabii ki hoş bir şey. Ama dünü bugüne getirmeye çalışırsanız bu sadece gülünç olur.
Doğrudur.. Amerikalılar aya bir kez gidebildi. Biz de bir zamanlar Heybeli'de her gece mehtaba çıkmaz mıydık?