Başından bunca olay geçmiş bu toplumun da, bu devletin de, Türk-Kürt etnik gerginliğini körükleyecek tahriklerden etkilenmeleri, en hafif deyimi ile "Ayıp" olur.
Bu tür bilinçsizliklerin sonuçlarını en somut biçimde Yugoslavya'da görmedik mi?
Ancak bu noktada "Tahrik" biçiminde değerlendirdiğimiz olayların nedenini de doğru teşhis etmemiz gerekiyor.
Bütün belirtiler, son gösterilerin ve bunları izleyen anarşik eylemlerin ana nedeninin İmralı'da ömür boyu cezasını çeken Abdullah Öcalan'ın özgürlük isteminin gündeme getirilmesi olduğunu işaret etmekte.
Bu noktada Mahir Kaynak'ın Star'da yaptığı şu tahlile katılmamak mümkün değil:
- Öcalan'a özgürlük talebi, eğer ülkeyi yönetenlerin aklında çok düşük bir ihtimalle de olsa, böyle bir niyet varsa, bunu ebediyete gömecektir. Bu eylemleri planlayanların, dile getirdikleri talepleri gerçekleşemez hale getirmek istediklerinden hiç şüphe yok.
Ben daha da ilerisini söyleyeyim.
Aklına çok güvendiğim, liberal görüşleri ile kamuoyu önüne sürekli çıkan bir isim, bana şöyle bir yorum getirdi:
- İdam cezası kalktığı için, Öcalan 'ölümden öteye köy yok ki' mantığı ile, İmralı'dan terör eylemlerine destek vermekte olabilir. Ama burası Ortadoğu. Burada hukuk da, bir günde değişebilir. Eğer toplumun ve devletin sabrı tükenirse, AB yolculuğu askıya alınır ve idam cezası geçici olarak yeniden hukukumuza girebilir.
Bu yorum, tabii ki kimsenin düşünmek bile istemediği bir almaşığı seslendirmekte.
Ama gerçekten "Öcalan'a özgürlük" gerekçeli eylemler tırmandırılırsa ve bunun doğal sonucu olarak konu toplumun kesimlerini gerginliğe itip, birlikte yaşamaya tarih ve coğrafyanın mecbur kıldığı toplulukları hasım hale getirirse, "Devletin savunma refleksi" denilen olgunun, hangi arayışlara yöneleceği hiç belli olmaz.
Bereket askerler bile eskisinden farklı söylemlerle olayları yorumluyor.
2'nci Ordu Komutanı Orgeneral Şükrü Sarıışık'ın Diyarbakır Valisi Efkan Ala'yı ziyareti sırasında söyledikleri buna örnektir:
- Bir olay meydana geliyor. 300-500 kişi günlerce insanların hareketlerini düzenlemek durumunda kalıyor. Ama bunun karşılığında daha güçlü durumda olan sağduyu ile hareket eden sivil toplum örgütlerimiz, diğer emniyet birimlerimiz, insanlarımızla birlikte bu konunun tırmanmaması konusunda bir şeyler yapmak durumundalar. Yöre insanının da bundan pay çıkarması lazım kendisine.
Bu gerçeklerin ışığında kanımızca DEHAP'lıların da dikkatli davranmaları şarttır.
Neticede Güneydoğu'da, başta Diyarbakır olmak üzere yerel yönetimler Kürt kökenli seçmenlerin ağırlıklı olduğu DEHAP'ın eline, demokrasi sayesinde geçmiştir. Bunun kıymeti bilinmeli ve DEHAP'lılar kendilerini Öcalan'dan da terörden de kesin şekilde soyutlamalıdır.
Aynı şekilde her çeşit milliyetçiliği "Nefret"in kaynağına dönüştürmeye niyetlenenler de, güçlerini devletin gücü ile karşı karşıya getirmekten kaçınmalıdır.
Bunlar aklın, yurt ve bölge gerçeklerinin gereği olarak düşündüklerimiz.
Ama akıl her zaman galip gelmiyor. Akıl yenildiği zaman da, galip gelenin neler yapabileceği önceden kestirilemiyor.