Birbirine uzun zamandır iyi tek bir söz etmeyen fakat "iyi fotoğraf veren" çiftler...
Bir an bile birlikte yalnızlığa katlanamayan hep "dışarıya çıkan" çiftler... Evlilikmiş, flörtmüş, sevgililikmiş; neyse ne... Ama birlikte güzel duran fakat birbirini güzel bulmayan; ilişkilerini yüceltip birbirlerini ihmal eden çiftler...
Ne kadar çoklar! Görüntü önemli.
Çiftler bile birbirlerine değil, görüntülerine bakarak idare etmeye çalışıyorlar.
Kalp kuruyuncaya, bütün renkler soluncaya kadar.
Yıllar geçiyor. Çocuk bile büyütülüyor.
Ama bir yandan da o boşluk büyüdükçe büyüyor.
***
Yok! Aşktan meşkten söz etmiyorum!
Sevgisizlikten falan da dem vurmuyorum.
Sorulunca, inatla, ısrarla birbirini sevdiğini söyleyen ama birbirine uzun zamandır "
iyi ki varsın!" duygusunu tattıramamış beraberlikleri çoğaltan bir düzenden söz ediyorum.
Geçmişte çok yazdım bu konuda.
Magazin basınında ortalığı birbirine katan kimi röportaj ve haberler yüzünden tekrar değinmek istedim.
İngiliz psikanalist ve düşünür
Adam Phillips aklıma geliyor bu noktada.
Kendisine "
sadakatsizlik" şikâyetiyle başvuran hemen her çiftin aslında daha baştan birbirlerini
affetmeye yatkın olduklarını gözlemlemişti
Phillips. Ancak
esas affedemedikleri başka bir tutumdu.
Çiftler birbirlerine
hayatlarındaki yerlerinin ne kadar değerli olduğunu hissettiremiyordu.
***
Şimdi bunu dedim diye...
"Çiçek verin, hediye alın, birbirinize iltifat yağdırın" pembeliklerine kapı açtığımı sanmayın!
Bazen
çok hediye, çok iltifat kayıtsız bir kalbin pek şık telafi modelidir.
Zaten nihayetinde terapist değilim, "yaşam koçu" değilim (Allah korusun!), şu değilim, bu değilim.
Beni ilgilendiren apaçık bir gerçek...
Milyarlarca insanın kaynaştığı şu yeryüzü okyanusunda bir damla olup gitmek istemiyoruz.
İstiyoruz ki, hiç değilse sevdiğimiz kişinin gözünde bir damla değil, okyanusun ta kendisi olalım! İstiyoruz ki,
varlığımız fark edilsin, ayrı bir anlam kazansın!
Hiç değilse sevdiğimiz kişi varlığımızı bütün kalbiyle
onaylasın! Ama söyleyin bana...
Sürekli
almaya ayarlanmış fakat
vermekten bucak bucak kaçılan bir zihniyet dünyasında bu mümkün mü?
Hiçbir şeyin kıymetini bilemeden, kıra döke birlikte yaşıyor ve birbirimize
ancak acıları paylaşmak zorunda kalınca dönüp bakıyoruz.
Yalan mı!