Son günlerde "Beyaz Türkler"in yıllar boyu dünyayı nasıl algıladıkları üzerine kendi hatıralarımdan kalkarak yazıyorum ya...
Henüz 19 yaşımda olduğum zamanlar aklıma geldi.
Bir grup arkadaş yaz öğleden sonralarında Kurbağalı kıyısında bir banka oturur, sevdiğimiz şiirler, şairlerden konuşur, derenin pis kokusunu bile unuturduk.
Her şeyin doğrusunu ezbere bildiğimize inandığımız çağlardaydık ve tabii ki, milli talim terbiyenin tezgâhında biçimlenmiş zihinlerimizin ne çok yanlışla "malul" olduğundan bihaberdik.
Sabahattin Ali'yi sevmiştik.
Nazım Hikmet'in şiirlerinin tadını alamıyorduk ama sevmemek ayıp sayılıyor diye dilimizi tutuyorduk.
Attila İlhan, ah işte ona, en çok ona bayılıyorduk!
***
Sonra bir gün fark ettim...
Arkadaşlarım
Sabahattin Ali'yi öldürenin, Nazım Hikmet'i içeri tıktıranın, Atilla İlhan'ı bir kıza Nazım'dan şiirlerle dolu mektuplar yazdı diye 16 yaşında
ıslahhaneye koyanın hep
Adnan Menderes olduğunu düşünüyordu.
İçinde serpildiğimiz kültür beynimizi öyle şekillendirmişti ki...
Biri bile bu olayların
Mustafa Kemal ve Milli Şef İnönü döneminde gerçekleşmiş olabileceğini sorgulamamış, buna ihtiyaç duymamıştı.
Aramızda ailesi
Yassıada duruşmalarından çok çekmiş bir arkadaşımız da vardı ve o da gizliden gizliye bütün kötülüklerin (bunu "yobazlık" diye adlandırıyordu)
Demokrat Parti sırasında gerçekleştiğine inanıyordu.
***
Bunları anlatıyorum, çünkü...
Onlarca yıl sonra görüyorum ki...
"Beyaz"ların zihniyeti, tarihi ve dünyayı algılama biçimleri,
kendilerini aldatma ve meşruiyet üretme yöntemleri pek değişmedi. Tam da bu nedenle "
seküler, ulusalcı, beyaz Türk" kültürü üzerinde bıkmadan usanmadan durmak gerekiyor.
Biri Twitter'da bana mesaj atmış.
Aklı sıra "
Sen ne zaman esmer oldun da beyazları eleştiriyorsun" diye ayar verecek!
Alttan alta da "
yerini, safını bil" diyor hani!
Şimdi bu kafaya...
"Beyaz" veya "
esmer" olmanın tek tek kişiler veya "
hayat tarzı" bakımından sanıldığı kadar önemi olmadığını nasıl anlatsam!
İliklerimize kadar işlemiş bir kültürel ve siyasi söylem olarak önemli bütün bunlar.
***
Keşke yaşını başını almış olanlarımız; beyazıyla, esmeriyle, meleziyle
geriye dönüp yaşadıklarımıza baksak...
Biraz da kendi hayatlarımız üzerinden zihnimize işleyen basmakalıp yargıları, tarih algımızı, üretilmiş korkularımızı, kıyıya köşeye sindirilmiş sevinçlerimizi en baştan gözden geçirsek...
Belki daha az itişir, daha çok anlarız birbirimizi ve olup bitenleri.
Nihayetinde...
Yalandan mutluluk mu olurmuş!
Olmuyor işte!