Hatırlıyorum. Doktor bana göz ucuyla baktıktan sonra önündeki ekrana odaklanmıştı.
Malum hastanın yüzüne bakma devri kapanalı epey oldu. Artık her şeyi tahliller ve çeşitli tarama teknikleri anlatıyor ve hepsi ekranda gözüküyor!
Uzun bir "hmmmm!" sesi çıkardıktan sonra "siz sadece peynir ekmek mi yiyorsunuz?" diye sormuştu.
Şaşkınlığımı gülerek kapatmıştım: "Yapma doktor, herhalde bu kadar ayrıntılı bir sonuç çıkmamıştır!" "Tahlil sonuçlarınız bunu anlatıyor" demişti; "yemekle ilişkinizi değiştirmeniz gerek."
Haklıydı.
Ama değiştirmem gereken yemeklerle ilişkim değil, hayat tarzımdı.
Hayatın kimin sahasına girdiği meçhul! Doktorlar ve diğer uzmanlar; tabii biz ve hatta polis, en çok da siyaset elini hayatımızdan çekmiyor ama işler sarpa sardığında kimse sorumluluk almıyor.
***
Yazıya böyle başladım...
Çünkü ekranları esir alan "
doğru beslenme" ve "
metabolik hastalıklar" üzerine tartışanlar işin bu tarafına girmekten kaçınıyor.
Uzmanlar büyük bir iştahla ne yememiz gerektiğini, ne yersek doğru, ne yersek yanlış olduğunu anlatıyorlar.
Neredeyse
işi maça çevirdiler! Biri ötekinin kalesine gol atınca öyle bir havaya giriyor ki, sanırsınız yumruk havada taraftarlarına doğru koşuyor!
Fakat kimse seslendikleri insanların
gündelik hayat gerçeğine bakmıyor.
Mesela "
hızlı" bir hayatın "
yavaş" ve "
güzel" beslenmesi mümkün mü?
Depresif bir insanın metabolik hastalıklara yakalanmasını önleyecek bir
gündelik beslenme rutini olabilir mi acaba?
İki sorunun da cevabı açık:
Hayır! Ama bunları anlatan yok!
***
"
Ne yediğine dikkat edeceksin!"
Bütün tartışmalar buraya bağlanıyor.
Yakın zamana kadar ya
diyet ya da
sağlıklı beslenme çerçevesinde vurgulanırdı; şimdi bir de "
güvenli gıda" konusu çıktı.
İyi de, bu iş sigara tiryakiliği gibi bir şey değil.
Asıl mesele, diyorum ya,
esiri ya da tiryakisi olduğumuz hayat tarzı!
İş peşinde koştururken veya
ekran karşısında saatlerce pineklerken, insan öğün sektirmeden, proteinini ihmal etmeden, posalı, lifli yiyeceklere ağırlık vererek yaşamayı becerebilir mi?
Bir de daha
makro engeller var.
Sosyal gerçekler yani.
Bir uzman "
balık yiyeceksek mümkünse kendi tuttuğumuz balığı yemeliyiz" dedi geçen gün.
Dinlerken, dondum kaldım!
Nerede yaşıyor bu uzmanlar, anlamıyorum! Olmayacak şey ya, diyelim canımız çekti, hep birlikte balığa çıktık!
Teo Angelopulos filmi gibi bir şey düşünün,
Marmara'nın üstü tekne dolmuş.
İyi de, bu denizde
tutulacak balık kaldı mı ki!