Bir hayat memat meselesi olmaktan çıktıklarından beri sobalara bir haller oldu.
Artık onlar da Hasan Bülent Kahraman'ın dünkü yazısında sözünü ettiği "hayatı dekorlaştırma" trendinin bir parçası!
Kaybolup gitmeyecekler bu belli! Ama bazen içli, bazen suni bir nostaljiye hizmet edecekler.
Geçen gün bir sobacının önünden geçerken durup kaldım.
Aman Allahım! Ne modeller var! Nasıl çekici ve "vintage" havalı tasarımlar!
Tabii fiyatlar da buna göre belirlenmiş. İhtiyacın giderilmesinden çok "şık duygular"ın tatminine dayanan soba modellerinin yakında minik bir araba fiyatına ulaşacağına emin olabilirsiniz.
***
Sobalara bakarken çocukluğum aklıma geldi...
Babaannemin kuzinesinde türlü güvecin, kestane kebabın ve en nihayetinde sürekli fokurdayıp duran çaydanlığın birbirine karışan kokusunu hatırladım.
Bir de
meşe odunu arayışını..
Meşe odunu bulununca herkes sevinirdi ve karşısına geçip kuzinenin küçük penceresinden
lal kırmızı alevleri seyredilirdi.
Şimdilerde birine fena öfkelenildi mi, hemen "
ıslak meşe odunuyla dövülecek adam" deniyor.
Özellikle
Twitter'da pek sık rastlıyorum bu deyime.
Ama hani sorsan bu lafı edenlere...
Hangisi meşe ağacı, hangisi meşe odunu? Çoğunun çıtı çıkmaz.
***
Oturdum,
Refik Halid Karay'ı açtım.
Onun
meşeye methiyeler düzdüğü yazıyı buldum.
Bir yerde şöyle diyor...
"
Çınar güzeldir, süslüdür, göz alır, işvebaz bir saraylıdır. Fakat
meşe tunç göğüslü, mert duruşlu, bir silahşör, bir nöbetçidir.
Birincisini sever, öbürünü beğeniriz.
Daha mühimi var:
Meşe aleyhinde söz söylemek, meşe odununu işe yaramaz bir adama benzetmek,
onun ateşinde ısındığım şu karakışta bana her zamankinden fazla bir nankörlük, bağışlanamaz bir suç gibi görünüyor."
***
Son bir şey söyleyeceğim...
Ucuz nostalji, hayatı bit pazarına nur yağdırarak dekorlaştırma falan...
Bütün bunları eleştirelim. Doğru!
Ama konu sobaya gelince,
özlemin bir tadı var!
Kaloriferli hayatın her yeri, ancak bir tek sobanın "
içimizi" ısıttığını yaşayanlar biliyor.