"Öfkeliyim" diyor. "Öfkeliyim, endişeliyim, mutsuzum, huzursuzum."
Nedenini sormayacak kadar iyi tanıyorum onu.
Çünkü sorsam...
Burnundan soluyarak bir yığın şey anlatacak. Ama sözlerinin sonunu şöyle getirecek kadar da dürüst davranacak:
"Neden bu kadar mutsuzum, tam bilmiyorum. Sağlığım yerinde, halim vaktim iyi ama tek bildiğim endişeli, mutsuz ve huzursuz olduğum."
Sonra şunu da ekleyecektir. "Ama kime öfkeli olduğumu biliyorum. Herkese öfkeliyim. Mutlulara, gönlünün dilediğini yapanlara, başaranlara, sevilenlere... En çok da kendime öfkeliyim!"
O kadar kasıyor ki kendisini, sanki boğazından lokma geçmiyor ama bunu "sağlıklı beslenme" titizliğinin arkasına saklıyor.
Aşkta, arkadaşlıkta, işte, güçte, evde, seyahatte sınırlarını hep dar tutuyor. Hayalleri büyüdükçe, cesareti küçülüyor. Oysa bu tutumu canının yanmasını yine de önleyemiyor.
***
Yoksa siz de yukarıda anlattığım kişi gibi misiniz? Aslında hepimiz biraz böyleyiz.
Bekliyoruz.
Gündelik yaşam sürüyor, çarklar dönüyor ve zaman gelip geçiyor. Fakat beklenen gelmiyor. Çünkü tam olarak
neyi beklediğimizi bilmiyoruz.
O yüzden başımıza asla hoş bir "
şey" gelmiyor!
Geliyorsa, bizim durduğumuz yerden bakınca, hep başkalarının başına geliyor.
Hep başkaları mutlu, huzurlu, rahat...
Bize kalansa, içten içe bizi yiyip bitiren öfke ve hayal kırıklığı.
***
Sürekli vurguluyorum.
Mutsuz olmanın çoğu halde en kestirme ve en kesin yolu "
mutluluk arayışı"na çıkmaktır.
Zokayı yutmak yani...
Pascal Bruckner problemi güzel tanımlar: "
Evrensel bir amaç olarak dayatıldıkça, mutluluk kavramının içi boşalıyor. Mesajın bulanıklığı onun hem gücü, hem de laneti- dir."
Lanet şu... Artık kimse gerçekten mutlu olduğuna inanmıyor. Sadece mutlu görünmeye çalışıyor.
Başkaları gerçekten "
cehennem" haline geldi.
Çünkü "
ben değil ama onlar mutlu" şüphesi bir zehir gibi zihinlerde yayılıyor.
***
Manzara ortada...
Uyduruk spiritüel parıltıların ve medyanın gazına gelip
mutluluğu aramaya çıkmış ve bir daha geri dönememiş...
Ve sonuçta,
vasat bir kadere mahkûm olduğuna inanan ve gizliden gizliye buna öfkelenen milyonlarca insan!
Acaba, diyorum...
Bütün bunları ellerinin tersiyle itip kendi "
yol"larına gitselerdi...
Canının yanma ihtimalinden ürkmeden
mutluluk yerine sevdiklerini aramaya çıksalardı...
Yalın neşe ve sevinci, iddialı "başarı" hedeflerine tercih etselerdi...
En azından
zaman zaman kendilerini mutlu hissetmezler miydi?