Ah! Durup kulak kabartılacak öyle çok ses var ki! Sadece müziğe takılıp geri kalanı gürültü saymak veya gereksiz görmek ne büyük yanlış! Bir kedinin gurultusu mesela, dinlemesini bilen için "güven duygusu" üzerine çok değerli bir seminer gibidir.
***
Ses, metafizikle fiziği ayıran çizgide ilerler. Bu özelliği onu görüntüden, temastan ve tattan üstün kılar. Baudelaire'in şu dizeleri çok anlamlıdır: "Bana sık sık yalan gelir olup bitenler/Çukura düşerim göğe göz gezdirirken/ Ama ses avutur ve düşlerimi saklamamı söyler bana..."
***
Chopin'in op.28 no 15 (Yağmur damlaları) prelüdünü yıllarca hafife aldım, vasat buldum. Sonra ruhumun pek sıkkın, içimin kanamalı olduğu bir gün kendimi dışarıya attım. Yağmur vardı. Bir tentenin altına sığındım. Herkes telaşla koşuştururken ben tenteye vuran yağmurun tıkırtılarını dinliyordum. Sesler yavaş yavaş yarama merhem olmaya başlamıştı. Eve dönünce ilk işim müzikçalara Chopin'in prelüdünü yerleştirmek oldu! O zaman anladım işte! Meğer bu yapıtı hiç doğru düzgün dinlememişim! Çok güzeldi!
***
Dün uzun bir aradan sonra aşk üzerine yazdım. Köşemde okumuşsunuzdur. İtiraf ediyorum ki, yazıyı gazeteye postaladığım anda
pişman oldum. Çünkü son yıllarda öyle bir popüler kültür ortamı yarattık ki, aşk bir maske olup çıktı.
Korkaklığımızı, tembelliğimizi, hesapçılığımızı örten afili bir maske! Bir de cinsellikle hak ettiği gibi yüzleşememek sorunu var. Cinsellikle kavga eden aşka bağlanıyor; aşkla kavgası olan cinselliğe sarılıyor... Bu ortamda aşk yazmak,
toplumun içine işlemiş samimiyetsizliğe destek çıkmak gibi bir şey!
***
Aşk birikmez, biriktirmez. Her an
harcar! Kendini harcamak pahasına...
***
Kafamız var, var olmasına da... Hiç "
yer"inde değil!
***
Çeşme'yi hiç bilmeseydim, bazı yazlarımı orada geçirmeseydim... Rüzgarın elle tutulan, kucaklanan, okşanan ve bazen de ciddi biçimde itişilen bir şey olduğunu belki de hiç öğrenemeyecektim.
***
Yazmış mıydım daha önce? Çocukken rüzgarın "
dünyanın ruhu" olduğuna inanırdım. Yavaş yavaş çocukluk inancıma dönüyorum.