Daha iki ay öncesi... Viyana Modern Sanat Müzesi'ni (Mumok) geziyorum.
(İki adım ötedeki Leopold Museum'da daha fazla vakit geçirmek varken, koleksiyonu pek zayıf bu müzede olmak pek akıl kârı değildi ya, neyse!)
Dikkatimi çekiyor... Her salonun bir köşesinde 13-14 yaşlarında çocuklar toplanmışlar. Öğretmenleri anlatıyor, onlar merakla dinleyip soruyorlar.
Mesela üzerinde sadece kırmızı bir leke bulunan ve "İnsanlık" adı verilmiş dev tuvale bakıp, "bu kan lekesi mi?" diye soruyorlar.
Bir başka salonda Andy Warhol'un bir tablosunun önünde başka bir öğrenci grubu. Onlar da pek bir kımıl kımıl! Belki de "fotoğrafları büyütüp, çoğaltıp, hafifçe flulaştırarak basmanın neresi yaratıcılık?" diye soruyorlardır, bilmiyorum.
O arada iki erkek öğrencinin izin isteyip son gördüğüm gruptan hızla ayrıldığını fark ediyorum.
"Adım gibi eminim" diyorum içimden; "şu çocuklar Türk'tür!"
Nitekim, çocuklardan biri merdivenlerden üçer beşer atlayarak inerken "Oh, dünya varmış be!" diyor. Sonra hızla dedikodu yapmaya başlıyorlar.
***
Dün Bilgi Üniversitesi'nde düzenlenen uluslararası bir konferansta
Türkiye'de kültür ve sanat etkinliklerine katılımın problemleri tartışılmış.
Haberi okuyunca tanık olduğum bu sahne aklıma geldi.
Belki de meseleyi
daha geniş ve temelinden ele almak gerekiyor!
Neden?
Çünkü "bizim insanlarımız" hani her yerinden sanat fışkıran şehirlerde bile
rafine kültüre karşı
meraksız, kayıtsız ve gönülsüz kalıyor.
Pek sık yaptığımız gibi...
"Biz buyuz!" deyip bizzat kendimizi
"seçkinci" bir küçümsemenin öznesi haline getirerek konuyu geçiştirelim mi? Hayır!
O pek meşhur
"eğitim şart" lafını edip hiçbir eğitimin bu kayıtsızlığımıza çare olamadığı gerçeğine gözümüzü kapatalım mı?
Oysa her şey bir yana
"merak" diye,
"heyecan" diye bir şey var. Ve yetişkinleri geçtim ama çocukların sanata dair merakını ne
"eğitimsizlik", ne de bugün moda lafıyla
"toplumsal genler" engelleyebilir!
Bu olsa olsa
anormal bir sürecin sonucudur.
***
Ne yaptık biz?
Yüzlerce yıllık kültürel damarlarla ilintimizi kopardık! Ve yerine de hiçbir şey koyamadık!
Gerçek bu kadar yalın!
Bir tarafta köylüyü
Yunus Emre'den kopartıp
Schiller'e bağlama hayali kuranlar vardı. Bu
zorlamaya reaksiyon sessiz oldu belki ama derin ve kalıcıydı.
Öte tarafta da kendini ebru sanatına hayran kalmaya zorlayan
"muhafazakârlar" saf tutmuştu. Torunların
"dedem suyla oynuyor" şamatasını aşmak bile mümkün olamadı.
Artık kaçış yok!
Önce takkemizi önümüze koyup hakikatle yüzleşeceğiz.
İnsanın
"iç sıkıntısı"na çare olduğunda anlam kazanır sanat.
Oysa bizim içimizi sıkıyor!
Şunu da bilelim ki...
"Yetenek sizsiniz" yarışmasında gerçekten yetenek sergilendiğini sanan
popüler kültüre teslim olmuş aileler ve sanata dair algısı bölük pörçük eğitimcilerle bu meseleyi hale yola koymak zor.