Bizim zamanımızda "misafir odası" diye bir şey vardı.
Oda en gösterişli eşyalarla döşenir ve kapısı misafir gelinceye kadar sımsıkı kapanırdı.
Sonra bu dönem geçti, o odalar alay konusu oldu.
Küçücük evlerin en büyük odasının kırk yılda bir gelecek misafirlere ayrılmasının; o yüzden ailenin akşamları küçük bir odada tıklım tıkış yaşamasının "saçmalığı" anlatıldı günümüz gençlerine.
Eh, bugünün yaşam koşulları merceğinden bakınca her gün tozu alınıp misafir gelinceye kadar tekrar üzeri örtülen sehpalar ve koltuklara akıl erdirmek gerçekten güç!
Ama bugünün koşulları deyince...
Misafir var mı ki, misafiri başının üzerine koyan kültür kaldı mı ki, odası olsun!
Her akşam bir manimiz var! Her hafta sonu "dışarda"yız!
Kapımız haberli olarak pek az çalınıyor; habersiz her kapı çalınışında da endişeleniyoruz.
Ah bir anlasak! Aslında anne babalarımızın evindeki "misafir odaları" değil, asıl biz acı acı dalga geçilecek haldeyiz!
***
Mimar
Emre Özgüder yıllardır
Home Art, Evim gibi dergilerde
evler ve eşyalarla ilişkimiz üzerine çok sevdiğim yazılar kaleme alıyor.
Özgüder son yazılarından birinde evde yalnız kalan
bir babanın çocuğunun odasına girip diz çökerek etrafa baktığı anda gördüklerini resmediyordu.
Baba ilk kez fark etmişti ki...
Odadaki dolaplar çok yüksekti. Üstelik tavanla dolap arasındaki mesafe çok kısaydı. Oysa
kendi çocukluğunda en sevdiği şey bir sandalye yardımıyla dolapların üzerine çıkmaktı. Oradan "dünya" başka görünürdü!
En kötüsü çocuğun yatağının altının olmayışıydı!
Çünkü orası çekmeceler ve çekmece gibi çekilip açılan yavru bir yatakla kapanmıştı.
Yatağın altına saklanılmayan, fener ışığında resimli kitaplara bakılmayan
orada hayaller kurulmayan bir çocukluk kim bilir ne kadar farklıydı!
***
Upuzun bir sözün kısası şu...
Evlerin ve eşyaların tasarımının nötr olduğunu; bizim onlara
"ruh" kattığımızı sanıyoruz ama aldanıyoruz.
Bu öyle tek yanlı bir iş değil!
Emin olun ki, eşyaların bizi
"ruhsuz"laştırması diye de bir şey var!
Yani
"alt tarafı bir masa, alt tarafı bir yatak" demek vahim bir yanlış!
Hiç başınıza gelmedi mi?
Çok severek aldığınız
bir yemek masasına yıllar içinde topu topu üç beş kez oturmuşsunuz! Oturduğunuzda da içiniz sıkılmış, tadınız kaçmış!
Ya da koskocaman evinizde kendinizi huzurlu hissettiğiniz ve
"ev" bellediğiniz tek alan bir
koltuk!
Neden peki? Hiç düşündünüz mü?