Bir güçlü adam "içeri" düşmeye görsün...
İlk başta inanmaz başına gelene; sonra "bunu bana nasıl yaparlar, onlar da kim oluyormuş?" diye öfkelenir...
Elbet iktidarını geri kazanacağını ve kendisini o hale düşürenlerin canını fena acıtacağını hayal eder.
Derken günler geçer ve geçmişte inanarak yaptıklarından, tercihlerinden, ilişkilerinden kuşkuya kapılmaya başlar.
Kimisinin içinde ihanete uğramışlık duygusu büyür. Kimisi de "ben ne aptalmışım meğer, nelerle uğraşmışım" diye içten içe söylenir durur.
Sonunda o laf gelir: "Burada anladım ki, her şey boşmuş!"
***
Malum, şimdilerde yine böyle laflar dolaşıyor ortalıkta!
Okuyorsunuzdur gazetelerde.
Çok
insanca bir tepki...
Ve elbette
anlaşılır bir ruh hali!
Hele o
"ne için yapmışım bunları; kim için savaşmışım?" sorusu yok mudur...
Nasıl da yakar bitirir insanı!
Allah kimseyi böyle bir imtihanla denemesin! Düşmanımın başına gelmesin!
Ama istediğim bir şey var!
Her seferinde iş işten geçtikten sonra bize "her şey boşmuş" dedirten kültürden ve yaşam tarzından biraz geri dursak, diyorum.
İçeri girmeden veya hasta olup yatağa düşmeden önce...
İktidar hırsını; zafer duygusunun baştan çıkartıcılığını; gerçekte bizi yiyip bitiren kibiri; gündelik güç ve iş kavgasının çarkını bir yana bırakıp...
Hayatın ne olduğunu şöyle bir gözden geçirsek...
Hani o
"her şey" var ya, neyse artık o...
Dolu mu, boş mu; daha önceden bir değerlendirebilsek...
Daha doğru, daha iyi ve
sahici olmaz mı?
***
Kaybedip parmaklıklar arkasına düşünce...
Adaletten ne kadar uzak diyarlarda at koşturduğunu anlayıp hayatta
"boş"luk var sanmak...
Veya bir hastalığa yenilip yatağa düşünce...
Gündelik koşturmacanın anlamsızlığını ve sevgiden uzak yaşamanın acısını fark etmek...
Bütün bunlar için
çok geç değil mi?
Hem şu hayat var ya...
Hiç boş değil!
Asla boş olmaz, boş kalmaz hayat!
Ama galiba temel mesele şu...
Yaşarken neyle dolduruyorsun hayatın içini?