Charles Baudelaire...
Bir dizesini bile okuyanın aklını başından alan 19. Yüzyıl şairi var ya o!
Neredeyse her hafta bir başka eve taşınırmış. Çünkü taşındığı eve ısınamaz, bir başka evin hayalini kurmaya başlarmış.
O evden bu eve onu takip eden dostları da sonunda tükenmişler. "Söyle" demişler, "nasıl bir yerde oturmak istiyorsan söyle, biz bulalım, seni oraya taşıyalım.
Baudelaire cevaplamış: "Ben" demiş, "nerede değilsem, orada rahat ediyorum galiba!"
***
Aktüel'in yeni sayısındaki "
Ev arıyorsun; ruhunu koyacak yer arıyorsun" başlıklı enfes yazısında
Selahattin Yusuf bu olayı hatırlatmış.
Doğrusu, olay gerçek mi, yoksa yakıştırma mı bilemiyorum.
Fakat insanı derinden titreten o söz gerçek.
Tam olarak şöyle: "
Her şeye derin bir sadakat ve aynı zamanda nefretle bağlıyım. Her nerede değilsem, sanki orada mutlu olacakmışım gibi gelir bana."
***
Baudelaire üstadı bir yana bırakıp günümüz insanına bakalım.
Bir grup var ki, evine bağlanmıyor da, "
bağımlısı" oluyor.
Ya eve kapanıyor ya ev onu kapatıyor!
Dışarısı iş güç mecburiyetlerinin korkulu alanı olup çıkıyor. Sokak demek endişe demek onlar için. Koşa koşa evlerine dönüyorlar.
Bir başka grup insan var ki,
evdeyken hapishanede gibiler! İç sıkıntısıyla kavruluyorlar.
Ev mecburiyetler ve ödevler alanı onlar için. Kendilerini dışarı attıklarında ferahlıyorlar.
***
İnsan
"ev"ini (yerini, yurdunu) bulabilir mi?
Parmak ısırttıracak kadar güzel bir evi veya basitçe başını sokacağı bir dam altını bulabilir mi? Bulabilir. Buluyor.
Ama işte geçenlerde benim ve şimdi de
Selahattin'in sözünü ettiği "
ruhumuzu koyacak yer" bulmak meselesini çözmek zor.
Baudelaire gibiler içinse imkânsız!
Ruh tümüyle kendisine hasredilmiş yerler istiyor artık. Hatta biraz da yalnızlık istiyor!
Ev, artık ruh için "
geniş" kalıyor!
***
Aktüel'deki yazısında ocakta sürekli fokurdayan çaydanlığın ve rahatsız mutfak sandalyelerinin kendisini nasıl "
rahatlattığı"nı anlatıyor
Selahattin Yusuf.
Oraya kapanıyormuş! Ruhunun evi orası belli ki!
Şu an kendime bakıyorum.
Günlerdir salonu, yatak odasını, terası değil de,
merdiven altındaki küçük aralıkta uzanan sediri seçişime; küçük bir pencere yanındaki
o sedirin üstüne kamp kurmuş olmama bakıp, gülümsüyorum.
Ne diyor
Baudelaire bir şiirinde...
"Kimse bilmez, ey ruh, uçurumlarını senin."