Geç bir vakit. Ekranda şık bir hanım.
"Canlı yayın konuğu" diyorlar ya, tuhaf bir laf ama işte öyle biri.
Gösterişli el, kol hareketleriyle burçlardan, bilinçaltından, günümüz insanının problemlerinden, sevgisizlikten söz ediyor.
Sonra diyor ki; "Aklımıza güvenmeli, aklımıza inanmalıyız!"
Ben de aynı anda "eyvah" diye geçiriyorum içimden; "yandık o zaman!"
Dünyayı bu kadar "akılsız" kılan ne? Pek güvendiğimiz akıllarımızın dikine gidişimiz değil mi?
"Çok akıl, az vicdan"dan çekmiyor muyuz asıl?
***
Astrolog, kuantumcu, kişisel gelişimci TV konuğu orada kalmıyor...
Sevimli fakat otoriter bir eda takınarak
"bomba"yı patlatıyor.
"Aklımızı kullanacağız, aklımıza güveneceğiz ki, birbirimize empati yapacağız" diyor.
Buyrun işte! Medyanın, aydınların, popüler kültür figürlerinin gözdesi
"empati" kavramı yine karşımızda!
Hani sık sık
sempatiyle karıştırdığımız ve her nedense
"kendini başkasının yerine koymak" diye anlamını hafiften yanlış öğrendiğimiz kavram.
Oysa kimse kendini başkasının yerine
"koyamaz", kimse tam olarak bir başkasını anlayamaz.
Ancak
hissedebilir!
Yani
"empati" dediğimiz şey özünde bir başkasıyla
duygudaşlıktır.
***
"Aklımıza güvenirsek" başkalarına da empatiyle yaklaşır mıyız gerçekten?
İmkânsız!
Bakkal hesabı, kariyer planı değil ki bu!
Ama
duygularımızın sağlamlığına güvenirsek...
Toplumu saran kayıtsızlık salgınına kapılmamışsak...
Sulugöz değil, fakat
vicdanlıysak...
O zaman belki!
Şunu da not edeyim...
Temel insani meselelerde akıla güvenmek bazen çok
tehlikelidir.
Uzun konu ama...
Belki sıradan bir insana ait tarihsel bir olaydan kalkarak durumu örnekleyebilirim.
***
Almanların Polonya'yı işgal ettikleri sırada toplama kampı krematoryumunda görevli bir ordu memurunun karısına yazdığı mektuplar bulundu.
Çok
içtendi mektuplar.
Ailesine, çocuklarına karşı gerçekten sevgi dolu bir insanın kaleminden çıkmaydı.
Ama bu adam kamptaki tutukluları
anlayabilmekten,
hissedebilmekten öyle uzaktı ki...
19.01.1943 tarihli bir mektubunda şöyle yazmıştı: "Az çok medenileşmiş her halk ölülerine özen gösterir. Yahudiler ise ölülerini gömmüyor, öyle ortada bırakıyorlar. Tiksinç. Meseleyi sertlikle ele alacağım. Hoşgörüye gerek yok."
Düşünebiliyor musunuz?
O çok inandığı, çok güvendiği ve aslında baştan aşağı ideolojik
"aklı" nedeniyle kampta tutulan Yahudilerin ölüleriyle bile ilgilenemeyecek kadar perişan olduklarını hiç görememiş adam!
Biraz mesafeyle ve bir an için vicdanıyla bakabilseydi...
Durumu anlayabilir miydi? Belki.
***
Hayati önemde fakat zor konular bunlar.
Öyle üstünkörü bilgilerle ve kavramları rasgele kullanarak televizyona çıkılabilir ama bu işlerin içinden çıkılamaz.
Hiç değilse şunu bilelim...
Sürekli acıdan kaçarak, ölümden korkarak, mutsuzluğu mikrop gibi görerek...
Empati yeteneğimizi geliştiremeyiz.
Biliyorum, şöyle bir
"kişisel gelişim" modası var etrafta...
"İyi olalım, güzel olalım, tuzu kuru olalım, hep mutlu olalım ve empati yapalım!"
Oh ne ala!
Ama yalan bu, büyük yalan!