Kayıtsız şartsız "değişim"lerden korkarım ben.
Yenilik fetişizmine kapılmaktan ve değişirken "iyi şeyleri" de arkada bırakmaktan çekinirim.
Ama söyleyin...
Gelişmeyi kim sevmez!
Kim sevmez olgunlaşmayı!
O yüzden "Yeni Türkiye"yi seviyorum.
Çünkü zorlanarak da olsa; kan ter içinde de kalsak; kabuğumuzu çatlatıyor, hamlığı geride bırakıyoruz.
Nasıl mı?
Tabii ki sorgulayarak, inceden inceye fark ederek, bazen istemeyerek bile olsa yüzleşerek...
Her sosyal sınıftan, her inançtan, her siyasi görüşten insan artık basmakalıp yargılara başkaldırıyor; tarihsel-sosyal gerçekleri sorguluyor.
Küçücük bir örnek vereceğim.
Detay gibi görünen bir örnek.
Çünkü cafcaflı siyaset yorumlarından daha iyi anlatıyor gelişmeyi!
***
Seçim günü oy vermek için
okullara gittik, malum!
Hatıraları anılarımızdan asla silinmeyecek dershanelere geri döndük, koridorlarda dolaştık.
İlginçtir, 12 Haziran akşamına doğru konuştuğum birçok kişi...
Dershanelere asılmış
"özlü sözler"in aşırı
otoriter, militer ve hatta koyu
ırkçı karakterinden yakındı.
"Küçücük çocuklara bunları mı aşılıyoruz?" diye dertlendiler.
"Neden Atatürk'ün çağdaş uygarlıkla ilgili sözleri, neden Yunus Emre veya Mevlana'nın insan sevgisiyle ilgili sözleri yok da, bunlar var?" dediler.
Sürekli savaşan, kendine benzemeyenleri aşağılayan ve
bütün dünyaya düşman gözüyle bakan bir ülkeye
"ışınlanmış" gibi hissetmişlerdi kendilerini.
Şaşkındılar.
Durumun kendi çocukluklarında da böyle olduğunu unutmuşlardı.
İlk kez görüyor gibiydiler.
Halbuki çok görmüşlerdi ama tatsız gerçeği belki ilk kez
"fark" ediyorlardı.
Çünkü onlar da
Türkiye toplumunun olgunlaşma sürecinin bir parçasıydılar.