Biliyorsunuz, Başbakan Necef'teki Hz.
Ali'nin olduğuna inanılan türbeyi ziyaret etti.
Tabii medyanın haberi veriş biçimi tarihi gerçekler ve dini bilgi açısından eksiklerle doluydu.
Yine de bu ziyaretin zamanlamasının müthiş anlamlı ve doğru olduğunu kabul etmeliyiz.
Malum, Ortadoğu'daki her siyasal başkaldırı rüzgârı bir taraftan da Şii-Sünni çatışmasına yol açma riski taşıyor.
Erdoğan'ın Necef ziyareti bu bakımdan bölge için daha önce eşi görülmemiş bir "barış ve empati" mesajı içeriyor.
Keşke, diyorum, bu ziyaret bir kapı açsa...
Keşke İslam dünyası şöyle bir sarsılsa da...
Siyasal iktidarların ve petrolün kibirinden yüz çevirip Hz. Ali'ye doğru bakmaya başlasa!
Çünkü...
Mezhep merceğinden ve bütün efsanelerden uzak durarak...
Hz. Ali'yi bir insan, bir iman adamı ve bir lider olarak en baştan öğrenip kavramanın...
Onun "fark"ını anlamanın...
Ona duyduğumuz ihtiyacı idrak etmemizin...
Tam zamanıdır!
Ne yazık ki, adını çok ansak da...
Anısı hâlâ yalnız!
Artık anlamalıyız ki...
Ne çileci ayinlerle yaşatabiliriz onun anısını, ne de bölük bölük ayrılarak paylaşabiliriz manevi mirasını!
Ali Şeriati ömrü boyunca Şia'nın "coşkun ve kederli Ali sevgisi"nin onu gerçekten tanımayı önlediğini anlatmıştı.
Artık Sünniler de şunu kabul etmeli ki, uzaktan uzağa "sevgi ve saygı duymak" onu anlamaya yetmiyor!
Neden yalnızdı?
Neden "orta yol"cuydu?
Ölümü pahasına da olsa, kendisini sevenlerin tezahüratına "yenilmemeyi" nasıl başarmıştı?
Neden kılıcı bu kadar kuvvetliyken "Allah'ım, bizim de, düşmanlarımızın canlarını da koru, bizi uzlaştır" diye dua ediyordu?
Buralardan başlamalı...