Bir süre Tunus'ta, Kahire'de, Bingazi'de yaşamış bir yabancı da olsan... Bir üniversitenin uluslararası ilişkiler bölümünde Ortadoğu uzmanı da olsan...
Bölgeyi iyi bilen bir gazeteci de olsan...
Eğer zihnin Batı siyasal kültürüyle tıka basa doluysa...
Arap dünyasını saran isyan ateşini anlamaya çalışırken tökezlersin!
Berlin'deki, İstanbul'daki, Buenos Aires'teki, Sofya'daki "sokaktaki adam" senden daha iyi durumdadır.
Çünkü o, Tahrir Meydanı'nı dolduranların zihinlerindekini yorumlamak yerine isyanı hissetmeyi seçer!
Ve sen kavramlarla boğuşurken, o doğru damarı yakalayıverir.
***
Neden peki?
Cevap açık.
Batı zihni
"insanın isyanı"na inanmakta zorlanıyor. O
siyasal düşünce ve ütopyaların isyanını biliyor.
Bir de kitlelerin manipülasyonunu!
O yüzden sürekli
"Tahrir Meydanı'ndakiler ne istiyor; İslami rejim mi, demokrasi mi?" diye haftalardır tartışıp duruyorlar.
Heyecanlı tabii böyle tartışmalar, üstelik tefrika tadı da veriyor.
Ama
Arap Sokağı'yla, yani uzun süre
bürokrasi ve statükonun baskısı altında yaşayanların
ruh haliyle bir bağı var mı bu tartışmaların, derseniz...
Orası kuşkulu!
***
Batı zihni ve o zihinle kurgulanmış medyalarda iş sonunda gelip
komploculuğa dayanıyor.
Komplocu mantık şu iki çerçevede özetlenebilir.
"Bu işin arkasında Amerika var; Arap dünyasını sokakları kışkırtarak yeniden dizayn ediyorlar" veya
"bu işin sonu demokrasi değil İran gibi olmak!"
Oysa
dünü ve bugünü utanç verici biçimde savsaklayan...
Ve otoriter toplumlarda yaşayanların gündelik
"çile"sine hiç değer vermeyen bir bakış bu!
***
Kimse şık bir gömlek hayaliyle yırtıp atmaz üzerindeki deli gömleğini!
İnsanı bunu yapmaya iten kollarını kıpırdatmasına izin vermeyen; gövdesini ve ruhunu sıkan kumaş parçasıdır. O kadar!
Uzun sözün kısası...
Arap isyanını anlamak için o toplumların
siyasal örgütler tarihine bakmak şu aşamada kültürel gevezelikten öteye gitmiyor.
Oligarşik bürokrasilere karşı yurttaşların yıllar içinde biriktirdikleri öfke üzerinde durmak bile
Arap İsyanı'nı anlamak noktasında daha yararlı olacaktır! Emin olun!