Gittiği düğüne, seyrettiği filme, televizyonda izlediği yarışma programına, sokakta gördüğü yaşlı nineye ağlayan bir toplum olduk. Bunca gözyaşı gerçekten sel olup gidiyor! Yoksa ne toplumsal acılara daha duyarlıyız ne de konu komşunun dertlerine!
***
Hasretin sızısıyla dökülen gözyaşları nasıl duru ve güzeldir!.. Ama
hasetten,
hırstan,
sinirden günlerce gözyaşlarına boğulmalar çağında hasretten ağlayanlar ortalıktan ağır ağır çekilip kuytulara sığınıyorlar.
***
Bir arkadaşım "Yahu bakıyorum da mafya babaları hüngür hüngür ağlıyor, benim peder ömrü boyunca göz yaşı dökmedi, halbuki iyi de insandır!" demişti. Gülüşmüştük. Günümüz popüler kültüründe birdenbire patlak veren erkek gözyaşlarının anlamı açık: "Güçlüyüm, haşinim, adamı fena yaparım ama ben de insanım!" Artık erkeğin ağlaması otoritesini sarsmıyor. Olan yine kadınlara oluyor! Bu konuda uzun süredir çalışmalar yapan M. Boscagli'nin deyişiyle "ağlayan kadın, hâlâ zayıflıkla özdeşleştiriliyor."
***
Black Swan (Siyah Kuğu) üzerine yazıp çizenlerin hastalıklı anne-kız ilişkisine değinmekten kaçınıp filmin kahramanının "mükemmellik arayışı"na odaklanmaları ilginç!.. Oysa kimse
kendi başına böyle umarsız bir işe kalkışmaz; mükemmel olmaya çalışmaz! Hep bir başkası; mesela oğlan çocukları babalar, kız çocukları anneler iter bu yola!
***
Black Swan'ı seyredenlere bir soru: Filmdeki anne gerçekte mi, yoksa kızının "içinde" mi yaşıyordu?
***
Psikanaliz ve sinema kafayı "anneler ve oğulları" ile "babalar ve kızları"na takmıştır. Edebiyat daha çok "babalar ve oğulları" nı sever. Fakat asıl derin ve yaralayıcı ilişkiler alanına; yani anneler ve kızları arasındaki ilişkiye pek dokunulmaz! Oysa delice bir med cezirdir!
***
Sanatçıyla savaşçı arasındaki fark hedefe ulaşmak için seçtikleri yolda belirginleşir. Sanatçı başkasının yerine kendini mahvetmeyi seçmiştir. Black Swan'ın finalinde Nina'nın sözünü ettiği kusursuzluğu bizim başarıya tapınan kültürümüz çerçevesinde anlamaya kalkışmak doğru mu? Orada artık "kusursuz" olan Nina'nın dansı değil, ölümüdür! Hayat her zaman kusurludur!
***
Dişinizi sıkıp kabullenin arkadaşlar! 14 Şubat Sevgililer Günü diye bir şey yok! Bu birbirinizi
sevindirme günü! Ya da.. Bir anlamda "dostlar alışverişte görsün" günü!
***
Ama şöyle bir gün olmalı bence: İşi gücü, tv'yi, eşi dostu; hepsini bir yana bırakıp tek başımıza oturup sevgilimizi
(hatta eski sevgililerimizi de) ve sevmeyi, sevilmeyi enine boyuna düşündüğümüz bir gün... Aşk namına çektiğimiz ve çektirdiğimiz acılarla hesaplaştığımız bir gün...