"Sar beni, daha sıkı sar kollarınla
Verecek mutluluğun kalmadıysa
Acıların var ya..."
Henüz 21 yaşındayken defterine bu dizeleri düşebilmiş bir kadını tanıyıp da etkilenmemek zordur!
Nitekim öyle olmuştur!
Yanında bir iki saat geçirmiş, birazcık sohbet etmiş erkekler bile fena halde çarpılmıştır ona.
Kimler mi?
19. yüzyıl sonunun şimdi adları unutulan yığınla yazarı, ressamı, şairini bir yana bırakalım!
Ama mesela Freud! Nietzsche, Viktor Tausk, Paul Ree ve Rilke mesela...
***
Lou Andreas Salome'den söz ediyorum.
Ansiklopedilere baksanız,
"1861-1937 arasında yaşayan psikanalist ve yazar" cümlesini göreceksiniz. İşin doğrusu şu ki, ne psikanalistliğinin ne de yazarlığının bugüne kalan bir önemi var!
Bütün önemi
Freud'da, Nietzsche'de, Rilke'de ve ötekilerde bıraktığı izlerden kaynaklanıyor.
Peki kaşı, gözü, saçı başı bir özellik taşımayan
Salome'yi bu erkeklerin gözünde çekici kılan neydi?
Bu konuda ne çok şey yazıldı çizildi! Bana kalırsa, cevap çok açık!
Sanki doğuştan gelen bir yetenekle
erkeklerin zayıf yanlarını seziyor, biliyor ve onlara bunu hissettiriyordu!
Bıçak sırtı bir çizgidir bu.
Çünkü erkek kendisine âşık olunsun ister ve
aşkın kılavuzu hayranlıktır!
O yüzden de...
Erkek güçlüyse, âşık olunur. Erkek zayıfsa, âşık olur. (Tutkulu ilişkilerin başında kadının, sonunda erkeğin gözyaşı dökmesi bundandır.)
***
Geçen gece geç bir vakit...
Uykum yok! Yatağıma uzanmış
Rainer Maria Rilke şiirleri okuyorum...
Rilke'nin
"Sana hiçbir zaman sarılamadığımdan, vazgeçemiyorum senden" dediği kadının hayaleti odamda dolaşıyor sanki!
Salome yani...
Düşünüyorum da, dört yıl sürmüştü ilişkileri! Bazılarına göre
Rilke'nin içinde cinsellik bulunan tek aşkıydı.
Ama
kollar yetmez ki, sarıp sarmalamaya!
Beden aşkı tutuşturur, orası kesin de... Yangınını söndürebilir mi hiç!
Erkekler karşısında hep güçlü, hep daha baskın kalan
Salome'nin
"yenik" ayrıldığı tek ilişkisidir bu.
Yine de kuyruğu dik tutma çabasıyla giderken şöyle der:
"Çok muhtaç olduğunu hissettiğinde; en kötü saatlerinde beni arayacaksın!"
***
Saat sabaha karşı 4 suları.
Uyku hâlâ benden çok uzaklarda bir yerde!
Rilke'nin bütün ömrünü teslim alan
"bekleyişi" anlamaya çalışıyorum.
Kadınlarla arası hep iyi olmuş ama
"bir yağmura benzeyen yalnızlığı"nı terk etmemişti.
Çünkü bekliyordu!
Gitgide daha seyrek gelen
esin perisini mi? Hiç sanmam!
Salome'yi mi? Hayır!
"Korkunç zordu beni sevmek; ve ben
Buna yalnız birinin gücünün yeteceğini
Seziyordum.
Ama o, henüz istemiyordu beni."
Diye yazmıştı ya...
Kimdi o biri?
Ya da ne?