Sabah... İstanbul puslu. Anadoluhisarı'na yağmur yağıyor. Azıcık lodos yemiş, inceden bir yağmur!
Göksu deresinin durgun yeşil suyuna dalıp giderek ve karşıma çıkan sokak kedileriyle oynaşarak iskeleye doğru yürüyorum.
Kızıl Serçe sokağından...
Deniz tarafından gelen yorgun bir uğultu bütün semti kaplıyor. Belli ki, Boğaz'dan devasa bir şilep geçiyor.
Anadoluhisarı İskelesi'nin önüne geldiğimde durup bakıyorum etrafa. İskelenin bir yanı inşaat, bir yanı taksi durağı ve her an durağın üzerine yıkılacakmış gibi duran ahşap yalı döküntüsü...
***
"Huzur" romanının o sahnesi geliyor aklıma...
Hani
Nuran'la Mümtaz bir akşamüstü
"Kanlıca'nın ihtiyarları"nı arkalarında bırakıp buraya kadar el ele yürürler. "Dağ ile yalı duvarları arasındaki gölgeli yol"dan geçerek
Anadoluhisarı'na geldiklerinde "iskelenin sağındaki küçük kahveye" girerler.
Hayatın onlara nasıl bir gelecek sunduğundan emin değillerdir, yine de
"fakat ne çıkar? Bu dakikada mesuduz" diye geçirirler içlerinden.
Şimdi iskelenin sağında da solunda da kahve yok.
Birkaç yıl öncesine kadar vardı.
Bazen
çay simit eşliğinde kitap okumaya inerdim ama denize dökülen kanalizasyonun kokusu burnumun direğini sızlatırdı; vazgeçip kalkardım.
***
Huzur...
Ahmet Hamdi Tanpınar'ın eşsiz, özgün, içli ve derin romanı...
Bilmem ki, hâlâ kitapçılarda arayan, soranı var mı?
Televizyon dizileri sağ olsun; Halit Ziya Uşaklıgil, Reşat Nuri Güntekin ve şimdi Halide Edip yeniden gündemimize girdiler.
Peki
Tanpınar'ın Batı ve Doğu arasında "sıkışmamızı" bir eksiklik ve eziklik olmaktan çıkartıp zenginliğe çevirme çabasını
popüler kültür kavrayabilir, içine sindirebilir mi? Emin değilim.
Atılgan Bayar geçenlerde
Akşam gazetesindeki köşesinde
CHP'nin entelektüel boyuttan yoksun, giderek geçmişin
Güven Partisi modeline oturmaya başlayan çizgisini sorgularken ortaya şu soruyu atmıştı:
"Acaba CHP kendi milletvekili olan Ahmet Hamdi Tanpınar'ı hatırlayabilecek mi?"
***
70'lerin sonunda ve 80'lerde çok tartıştık, konuştuk
Tanpınar'ın düşün ve sanat dünyasını...
Sonra sanki ağır ağır çıktı gitti yine kültür dünyamızdan.
Haksızlık bu!
Anadoluhisarı'na yağmur yağıyor...
İnsanı huysuz bir kediye çeviren incecikten bir yağmur.
"Eve gideyim de, şu Huzur'u açıp, kim bilir kaçıncı kez, yeniden okumaya başlayayım" diyorum kendime...
Romanın kahramanı
Nuran gibi
"yaşamak güzel" diye geçiriyorum içimden;
"uyumak, uyanmak, rüyalar, hayaller..."
Ama geri dönüş yolunda...
O çok sevdiğim
Göksu mezarlığının önünden geçerken üstadın şu vurucu sözünü hatırlıyorum:
"Hayat, ölümün şerefine yazılmış bir kasideden başka bir şey değildir."
Bir rüzgâr yalayıp geçiyor ürperen gövdemi. Montumun yakalarını kaldırıyorum.