Bir iki hafta önceydi. Bir haber içimi öyle tatlı bir heyecanla sarıp sarmaladı ki, anlatabilmek zor.
Saksıdaki portakal ağacı 32 yıl sonra meyve vermiş...
Bir şey hem doğal hem de mucizevi olur mu?
Olur. Bitkiler yapar bunu!
Haberi okuyunca yerel seçim atışmalarının ve korkunç cinayetlere ayrılmış 3'üncü sayfaların boğuntusunu unutuvermiştim.
Tabii o arada kendi odamda süs niyetine duran yapay turunç ağacına bakıp hafiften utandığımı da itiraf etmeliyim.
***
Olay şöyle...
32 yıl önce, o zamanlar Erzurum Atatürk Üniversitesi'nde ihtisas yapan Prof. Dr. Niyazi Taşçı'ya arkadaşı bir fide hediye etmiş.
Fideyi saksıya ekip bir süre evinde bakmış Dr. Taşçı. Sonra 1982'de On Dokuz Mayıs Üniversitesi'ne geçince saksıdaki bitkiyi almış üniversitedeki odasına getirmiş, orada bakmaya başlamış..
Yıllar, yıllar geçmiş. Zamanla kalın koyu yeşil yapraklı bir ağaca dönüşmüş o minik fide.
Fakat ne çiçek vermiş, ne meyve.
Ve geçen yıl...
Çiçeklenivermiş.
Bir yıl sonra da dallarının arasında koyu sarı renkte o güzel meyve belirmiş.
İşin ilginç yanı, Prof. Dr. Taşçı onca yıl odasında kendisine sessiz sedasız eşlik eden bitkinin portakal ağacı olduğunu o gün anlamış.
***
İster istemez " Bitkileri sevmekle başlamalı " başlıklı çok eski bir yazımı hatırladım.
Neden mi?
Anlatayım.
Sevmek diyoruz, sevgi diyoruz.
Göklere çıkartıyoruz sevgiyi, pohpohluyoruz.
Aşk deyince akan sular duruyor.
İyi de...
Herhalde gerçek sevgi hayatımıza hükmeden " sen beni sev, ben seni" pazarlığı olamaz! Değil mi?
Ya seveni zalim, sevileni kurban yapan ilişkilere ne demeli? Aşk ilişkisi diyoruz ama hakkımız var mı buna?
Bu hız, bu koşu, bu zafer arayışı nın sevgiyle ne ilgisi var?
Neden bu kadar seviyoruz da, bu kadar az seviniyoruz ?
Bu bizimki sevgi olamaz!
Başka bir sevgi olmalı!
Belli ki " yol "u kaybetmişiz.
***
Acaba yolu tekrar bulabilmek için nerden başlamalıyız?
Ne zaman bu soru kafamı kurcalasa...
Gurdijeff'in önerisini düşünürüm. (Gurdijeff bizde pek tanınmayan, aklı biraz fazla karışık fakat kalbi açık bir gizemci düşünürdür.)
" Bitkileri sevmekle başlamalı " diyordu Gurdijeff...
Çünkü bitkiler "seviliyorum" diye kul köle olmazlar bize.
Karşılığında sevilmek için sevilmez bitkiler.
Hesaplı cilveleşmelere, sabırsız alışverişlere girmezler hiç. Duygusal şantajla ele geçirilemezler.
Bizim " zaman "ımıza boyun eğmezler. Yaprakların arasından boy vermesi beklenen o çiçek çoğu zaman geç kalır.
Bundandır ki, bitkileri çok sevdiğini söyleyen nice insan yarı yolda onları ihmal etmeye başlar, hevesini yitirir.
Zordur ama çok öğreticidir bitkileri sevmek.
Denemeye ve sabretmeye değmez mi?
Bir bakmışsınız, sonunda sevinç çiçekleri...